-->

Sponsor Alanı

Slider

İlgi Çeken Videolar

Sağlık

Teknoloji

Sinema

Televizyon

Ne Nedir?

En5 Konular

ads
» » Peygamberlerin hayatları 4

ads
ads

Yusuf Aleyhisselam


Mısır ahâlisine gönderilen peygamber. Yakub aleyhisselamın oğludur. Annesinin ismi Râhil’dir. İsrailoğullarından (Yakub aleyhisselamın neslinden) gönderilen ilk peygamberdir.

Küçük yaştayken annesi vefat eden Yusuf aleyhisselamı ve küçük kardeşi Bünyâmin’i babaları olan Yakub aleyhisselam şefkâtle bakıp büyütüyordu. Çünkü onlar anne şefkatinden mahrum kalmışlardı. Annesinin vefatından sonra Yusuf aleyhisselam halasının yanında kaldı. Halasının vefatından sonra tekrar babasının yanına döndü. Yakub aleyhisselamın diğer hanımlarından olan Rabil, Şem’un, Lâvî, Yehûda, İsâhar, Zablun, Dân, Neftâli, Câd ve Âşir adlı oğulları Yusuf ve kardeşi Bünyamin’i babalarının daha çok sevmesini kıskanıyorlardı.

Yusuf aleyhisselam yedi veya on iki yaşlarındayken on bir yıldız, ay ve güneşin kendisine secde ettiklerini rüyâsında gördü. Bu rüyâsını babasına anlattı. Oğlu Yusuf’un anlattıklarını dinleyen Yakub aleyhisselam on bir yıldızın diğer oğulları güneşin kendisi, ayın da hanımı olduğu şeklinde tâbir etti. İleride hazret-i Yusuf’un büyük nîmetlere kavuşacağını ve ona peygamberlik verileceğini anladı. Bu rüyâyı duydukları takdirde kardeşlerinin kendisini daha çok kıskanacaklarını ve şeytanın vesvesesiyle ona bir kötülük yapabileceklerini düşünerek, rüyâsını kardeşlerine anlatmamasını hazret-i Yusuf’a söyledi.

Yakub aleyhisselamın oğlu hazret-i Yusuf’u kendilerinden daha çok sevmesi sebebiyle kıskançlıkları iyice artan diğer oğulları toplanıp aralarında konuştular. Yusuf’u babalarından uzaklaştırmaya karar verdiler. Bunun için de iki yol düşündüler. “Ya öldürürüz veya onu babamıza ulaşamayacağı bir yere bırakırız. Böylece babamızın sevgisini kendimize çekeriz.” dediler.

İçlerinden biri (Rabil veya Yehûda); “Eğer benim sözümü tutarsanız, Yusuf’u öldürmeyin. Onu büyük bir kuyunun dibine bırakın ki, oraya uğrayan yolculardan biri çıkarıp başka bir yere götürür. Böylece Yusuf babamızdan uzaklaştırılmış olur.” dedi. Diğerleri de bu görüşü benimseyip hazret-i Yusuf’u kuyuya atmaya karar verdiler.

Ertesi gün hep birlikte Yakub aleyhisselama giden oğulları koyunlarını otlatmak için kıra gideceklerini, kardeşleri Yusuf’u da çok sevdikleri için, yanlarında götürmek istediklerini söylediler. Kardeşlerinin Yusuf’a bir şey yapacaklarından çekinen Yakub aleyhisselam: “Onu götürmeniz beni mahzûn eder. Siz ondan habersizken onu kurt yemesinden korkarım.” dedi.

Oğulları babalarına karşı yemin ederek; “Biz kuvvetli bir toplulukken, onu kurt yerse âciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz.” diyerek hîle ile hazret-i Yusuf’u babalarından aldılar. Yakub aleyhisselam oğullarının ısrârı ve hazret-i Yusuf’un da onlarla gitmek istemesi karşısında takdire râzı oldu. Kardeşleri babalarından uzaklaşınca Yusuf’a eziyet etmeye başladılar. Bir müddet sonra atmayı kararlaştırdıkları kuyunun başına vardılar. Kardeşleri Yusuf aleyhisselamın elbiselerini soydular. İpe bağlayıp kuyuya sarkıttılar. Kuyunun yarısına kadar varınca da ipi kestiler. Yusuf aleyhisselam suyun içine düştüğü sırada şu duayı okudu: “Ey gâib olmayan Şâhit! Ey uzak olmayan Karîb! Ey Mağlup olmayan Gâlib! Beni bu musîbetten kurtar. Bunun için bana bir çıkış yolu nasip et!”

Yusuf aleyhisselam kuyuda dua edip Allahü teâlâyı zikretmeye başladı. Yusuf aleyhisselamın zikrini duyan melekler onun etrâfına toplanıp, teselli ettiler. Cebrâil aleyhisselam da gelip ona arkadaşlık etti.

Yusuf aleyhisselamın kardeşleri de, onun sırtından çıkardıkları gömleği kestikleri bir hayvanın kanına buladılar ve babaları Yakub aleyhisselama götürdüler. “Ey bizim babamız, hakîkaten biz gittik. Yarış edecektik. Yusuf’u da eşyâlarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş.” dediler. Kesmiş oldukları hayvanın kanına buladıkları gömleği getirdiler. Yakub aleyhisselam onların yalan söylediklerini anlayarak; “Hayır nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahü teâlâdan yardım isterim.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kana bulanmış gömleğini yüzüne gözüne sürdü. Gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görüp; “O kurdun Yusuf’uma karşı şefkati sizden fazlaymış. Vallâhi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de, sırtındaki gömleğini bile yırtmamış.” dedi ve takdire râzı olup sabr-ı cemilin kendisi için en güzel yol olduğunu söyledi.

Yusuf aleyhisselam kuyuya atıldıktan bir müddet sonra Medyen’den gelip Mısır’a gitmekte olan bir kervan kuyunun yanında konakladı. Su almak için vazîfeli olan bir kişi kovasını kuyuya saldığı zaman Yusuf aleyhisselam kovaya sarıldı. Kova yukarı çekilince Yusuf aleyhisselam da kovayla berâber dışarıya çıktı. Kovayı çeken kişi güzel yüzlü bir çocuğun da kovanın ipine tutunup çıktığını görünce şaşırdı. Onu yanına alıp, kâfiledekilere götürdü. Böylece Yusuf aleyhisselam kuyudan çıkıp kurtuldu. Bu sırada hazret-i Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinden biri ona yiyecek vermek üzere attıkları kuyunun yanına gelmişti. Onun kervancılar tarafından kuyudan çıkarılmış olduğunu görünce diğer kardeşlerine haber verdi. Kervancıların yanına gelen kardeşleri; “Bu bizim kölemizdi, kaçtı. İsterseniz onu satın alıp başka bir memlekete götürün.” dediler. Yusuf aleyhisselamı da; “Bizi yalancı çıkarma, seni öldürürüz.” diye korkuttular. Kervancılar paralarını mala yatırdıklarını, yanlarında bulunan birkaç dirhemi verebileceklerini söylediler. Asıl maksatları Yusuf aleyhisselamı satmak olmayıp, babalarından uzaklaştırmak olan kardeşleri, kervancıların verdiği birkaç dirheme râzı olup onu sattılar.

Kervancılar hazret-i Yusuf’u Mısır’a götürüp pazara çıkardılar. Birçok kimse onu satın almak isteyince fiyatı yükseldi. O sırada Mısır Azîzi, yâni Mâliye Nâzırı (Bakanı) olan Kıtfîr (veya İzfîr) Yusuf aleyhisselamı kervancılardan çok yüksek bir fiyata satın aldı. Eve varınca da hanımına, ona iyi muâmele etmesini ileride kendilerine faydalı olabileceğini söyledi. Yusuf aleyhisselamı satın alan Mısır Azîzi’nin hanımı Zelihâ (veya Züleyha) idi ve çocukları olmamıştı. Bu yüzden Azîz, Yusuf aleyhisselamı evlâd edinmeyi düşündü. Yusuf aleyhisselam Azîz’in evinde gâyet rahattı. Azîz’in hanımı genç ve güzel bir kadındı. Azîz ise, ınnîn, yâni iktidarsız idi.

Yusuf aleyhisselam ise, akıllara durgunluk verecek derecede güzeldi. Yüzünde parlayan nübüvvet (peygamberlik) nûru herkesi hayran bırakırdı. Bu hal Züleyhâ’nın ona âşık olmasına sebep oldu. Yusuf aleyhisselama karşı süslenip onu kendine çekmek için çalıştı. Fakat Yusuf aleyhisselam Allahü teâlânın yardımıyla ona hiç îtibâr etmedi. Züleyhâ sonunda kapıları kapadı ve ondan murâd almak istedi. Yusuf aleyhisselam: “Efendim (Kıtfîr) iyi bakman için beni sana bıraktı. Bunun karşılığında onun haremine hıyânet etmekten Allah’a sığınırım.” dedi.

Yusuf aleyhisselamın kendisine îtibâr etmediğini gören Züleyhâ ona iftirâ etti. Züleyhâ’nın Yusuf aleyhisselama yaptıkları bir müddet sonra Mısır ahâlisi tarafından duyuldu. Haber sarayda vazîfeli kimselerin hanımları tarafından da duyulunca, kadınlar: “Züleyhâ, Ken’anlı kölesi Yusuf’un nefsinden murâd almak istiyormuş. O gencin sevgisi onun yüreğine işlemiş, onu deli etmiş. Azîzin hanımı olduğu halde, Züleyhâ’nın bir köleye gönül vermesini açık bir hatâ olarak görüyoruz.” dediler.

Züleyhâ Mısırlı kadınların kendisi hakkındaki sözlerini işitti. O kadınların da Yusuf aleyhisselamı görmesi için bir ziyâfet tertip etti. Kendisini ayıplayan kadınlarla berâber şehir eşrâfından kırk kadar hanımı dâvet etti. Onlar için bıçakla kesilerek yenecek yiyecekler de hazırlattı. Misâfirler gelip kendileri için hazırlanan yemekleri yemeye başladılar. Züleyhâ, başka bir odada bulunan Yusuf aleyhisselamın kadınlara görünmesini istedi.

Yusuf aleyhisselam Züleyhâ’dan çekindiği için, emrine karşı gelmeyip kadınlara göründü. Kadınlar Yusuf aleyhisselamı görünce cemâlinin heybetinden yüzünün güzelliğinden kendilerini unuttular. Meyve yerine hiç acı duymadan ellerini kestiler. Onun güzelliğini ve cemâlinin heybetini hiçbir insanda görmemişlerdi. Böylece, onun melek olmadığını bildikleri halde; “Bu bir melektir.” demekten kendilerini alamadılar. Onların bu hâlini seyreden Züleyhâ; “İşte gördünüz mü? Siz benden daha çok kınanmaya, ayıplanmaya lâyıksınız. Çünkü onu bir defâ görmekle kendinizi kaybedip ellerinizi kestiğinizin bile farkında olmadınız. Ben ise, uzun zamandır onunla birlikteyim. Fakat hiçbir vakit sizin bu hâlinize düşüp, hayranlığımdan dolayı kendimden geçmedim. Şimdi gördüğünüzü önceden görseydiniz, beni kınamazdınız.” dedi.

Sonra da onlara; “Duyduğunuz gibi ben ondan bu iş için talepte bulundum. O ise, bu husustaki teklifimi kabul etmedi. Eğer ona emrettiğim şeyi yapmazsa muhakkak zindanlarda sürünür.” dedi. Misâfir gelen kadınlar Yusuf aleyhisselamın etrâfına toplanıp; “Azîzin hanımının emrine karşı gelmen sana bir fayda getirmez.” diye Züleyhâ’nın arzusuna uymaya teşvik ettiler. Yusuf aleyhisselam kadınların fuhşu güzel gösteren hîleleri ve sözleri karşısında Allahü teâlâya sığınıp dua etti. Başına gelen bu musîbetten korunmasını niyâz etti:
“Ey Rabbim! Zindan bana bu (Mısırlı) kadınların beni dâvet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen onların hîlelerini benden çevirmezsen (beni ismet üzere sâbit kılmak sûretiyle korumazsan, ben ihtiyârî olmayan tabiî bir meyl ile) onlara meyleder, böylece sefihler zümresine dâhil olurum. Bunun üzerine Rabbi onun duasını kabul etti. Kadınların hîlelerini, şerlerini ondan çevirdi. Çünkü O (Allahü teâlâ, kendine tazarrû ve ilticâ edenlerin dualarını) işitici ve (hallerini) bilicidir.” (Yusuf sûresi: 33)

Züleyhâ’nın kocası Azîz, Yusuf aleyhisselamın yapılan soruşturma netîcesinde suçsuzluğunu anlamış olduğu için herhangi bir cezâ vermeye lüzum görmemişti. Fakat yayılan dedikoduları kesmek için ve Züleyhâ’nın baskılarına boyun eğerek Yusuf aleyhisselamın hapsedilmesine karar verdi. Böylece hazret-i Yusuf zindana atıldı. Uzun zaman zindanda kaldı. Zindanda ne kadar kaldığı kesin olarak bilinmemektedir.

Yusuf aleyhisselamla birlikte Mısır Firavununun ekmekçisi ve şerbetçisi de hapishânedeydiler. Yusuf aleyhisselam zindandayken hastaları ziyâret eder, geceleri dâimâ namaz kılar, Rabbini zikrederdi. Kendisine Allahü teâlâ rüya tâbiri ilmini öğretti. Yusuf aleyhisselam Firavun’un ekmekçisi ve şerbetçisinin görmüş oldukları rüyâyı tâbir etti. Biri rüyâsında üzüm sıktığını, diğeri de başının üzerinde ekmek taşıdığını ve bu ekmekten kuşların yediğini görmüştü. Yusuf aleyhisselam rüyâsında üzüm sıkanın serbest bırakılacağını, ekmek taşıyanın ise îdâm edileceğini söyledi. O kimselerin rüyâları, yorumladığı gibi çıktı. Şerbetçi serbest bırakılıp eski vazîfesine döndü, ekmekçi de asıldı ve başının etini kuşlar yedi.

Yusuf aleyhisselam zindandayken Mısır hükümdarı bir rüyâ görmüştü. Dehşetle uykusundan uyanıp; “Ben rüyâmda yedi semiz ineğin yedi zayıf ineği yediğini ve yedi yeşil başak, yedi de kurumuş başak gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüyâ tâbiri biliyorsanız, bu rüyâmı yorumlayın.” dedi. Onlar “Biz böyle rüyâların yorumunu bilmeyiz.” dediler. Bu sırada daha önce Yusuf aleyhisselam ile zindanda kalan şerbetçi kendi rüyâsını tâbir ettirdiğini hatırlayarak; “Ben bu rüyânın yorumunu yaptıracağım. Beni Yusuf’un (aleyhisselam) bulunduğu zindana götürüp onunla görüştürün” dedi. Şerbetçiyi Yusuf aleyhisselamın yanına götürdüler. O da Mısır hükümdârının rüyâsını anlatıp yorumunu istedi.

Allahü teâlâ Yusuf aleyhisselama zindandayken peygamberlik emrini bildirdi. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârının rüyâsını tâbir etmeden önce Allahü teâlânın peygamberi olduğunu söyleyip, mucize gösterdi. Gelecek yemekler daha gelmeden önce cinsini ve tadını haber verdi. Peygamber âilesinden geldiğini, baba ve dedelerinin peygamber olduğunu bildirdi. Zindandayken insanları tevhid inancına dâvet etmeye başladı. Zindandakilere; “Ey zindan arkadaşlarım! Çok sayıdaki putlarınız mı hayırlı, yoksa (zâtında ve sıfatlarında) tek ve her şeye gâlib olan Allahü teâlâ mı?” dedi. Arkadaşlarına tevhid inancını, inanmanın gerekli olduğunu ve hak dînin emir ve yasaklarını anlattı.

Yusuf aleyhisselam hükümdarın rüyâsını yorumlayıp; “Yedi sene bolluk, sonra yedi sene kıtlık olacak. Bollukta saklayın, kıtlıkta bunları yersiniz.” buyurdu. Hükümdar, tâbiri duyunca Yusuf aleyhisselamı istedi. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârının elçisine; “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru (hâli) neydi? Kendisine sor. Benim Rabbim onların hîlelerinin ne olduğunu (ne söylediklerini, ne yaptıklarını) elbette bilir.” dedi. Elçi, hükümdarın yanına dönüp Yusuf aleyhisselamın isteğini arz etti. Meseleyi araştıran hükümdar, o kadınları yanına getirtip; “Yusuf’un nefsinden Murâd almak istediğiniz vakit ne halde idiniz? Onu Züleyhâ’nın emrine itâat etmeye teşvik ederken size karşı bir meylini hissettiniz mi? Kendisinde bir kötülük, şüphe götürür bir hareket gördünüz mü?” dedi. Kadınlar “Hâşâ! Biz onun hiçbir kötü hâline, hiçbir günahına muttalî omadık.” dediler. O mecliste bulunan Azîzin hanımı Züleyhâ da; “Şimdi hak (doğru) ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murâd almak istemiştim. O ise şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.” dedi. Böylece Yusuf aleyhisselamın suçsuzluğu ve senelerdir zindanda suçsuz olarak kalmış olduğu ortaya çıktı.

Mısır hükümdârı Yusuf aleyhisselama tekrar elçi gönderip; “Onu bana getirin, kendisini has müsteşâr edinip işlerimi ona bırakayım.” dedi. Hükümdârın dâvetini kabul eden Yusuf aleyhisselam zindandan çıktı. Zindanın kapısına da; “Burası belâ, musîbet ve hüzün evi, dirilerin kabri, düşmanların sevinç, dostların tecrübe yeridir.” diye yazdı.

Yusuf aleyhisselam hükümdârın sarayına varınca, hükümdâr ona çok iltifatta bulundu. Hükümdar görmüş olduğu rüyâ ile ilgili ne gibi tedbirler alınması gerektiğini sordu. Yusuf aleyhisselam; “Bolluk senelerinde çok ekip, ekinleri sapları ile berâber, başaklarıyla ambarlara koymalısın. Bu şekilde ekinler bozulmadan kalır, hem de saplar hayvanlarınız için yem olur. Halka da, ekinlerinden ihtiyaçları kadarını yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını emretmelisin. Bu yiyecekler kıtlık senelerinde sizin ve çevredeki insanların ihtiyaçlarını karşılayacaktır.” dedi. Yusuf aleyhisselamın tavsiyeleri çok hoşuna giden hükümdâr; “Bu işleri yapmakta bana kim yardım eder?” dedi. Yusuf aleyhisselam ona; “Arzın (Mısır’ın) hazînelerinin idâre işini bana bırak. Ben onu korumaya muktedirim. Tasarruf yollarını bilirim, bu işi ben yaparım.” buyurdu.

Yusuf aleyhisselamın teklifinden bir sene sonra Mısır Azîzi (Mâliye Nâzırı) öldü. Hükümdar hazret-i Yusuf’u onun yerine Mâliye Nâzırı yaptı. Mücevherlerle süslü taht ve tâclarla birlikte hazînelerin anahtarlarını ona teslim etti. Hükümdar bütün yetkilerini de ona verdi. Memleketin her tarafında Yusuf aleyhisselamın emri geçer oldu. Yusuf aleyhisselam, Azîzin ölümünden sonra sarayı terk edip perişân hâle gelen ve Allahü teâlâya îmân etmiş olan Züleyhâ’yı Allahü teâlânın emriyle kendine nikâhlayıp onunla evlendi. Yusuf aleyhisselam Züleyhâ’ya: “Bu senin istemiş olduğundan hayırlı değil mi?” dedi. Züleyhâ da ona: “Ey Sıddîk! Beni kınama. Bildiğin gibi ben, mal, mülk, güzellik gibi dünyâ nîmetlerine sâhip bir kadındım. Ancak kocam kadınlara yaklaşmaktan mahrumdu. Sen de benim gördüğüm en güzel kimseydin.” diye cevap verdi. Yusuf aleyhisselamın Züleyhâ’dan iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı oldu.

Yusuf aleyhisselam yetkileri eline alınca kıtlık senelerinin geleceğini düşünerek gerekli tedbirleri aldı. Gerekli gıdâ stoklarını yaptırdı. Bu stoklar için büyük depolar yaptırıp topladığı yiyecekleri buralarda depoladı. İnsanlara da çok iyilik ve ihsânlarda bulundu. Yedi sene olan bolluk seneleri geçip, peşinden bütün şiddetiyle kıtlık başgösterdi. Kıtlığın ilk senesinde insanlar hazırladıkları yiyecekleri bitirdiler. Yusuf aleyhisselamdan para ile yiyecek satın almaya başladılar. Yusuf aleyhisselam kim olursa olsun, kimseyi kayırmadan yiyecek almaya gelene bir deve yükünden fazla yiyecek vermezdi. Bu hususta adâletten aslâ ayrılmazdı. Mısır hükümdârı ve pekçok kimse onun adâleti ve güzel huyları sebebiyle Allahü teâlâya inanmışlardı.

Mısır’dan ve çevre ülkelerden olan insanlar akın akın gelip Yusuf aleyhisselamdan yiyecek alıyorlardı. Babası Yakub aleyhisselamın ve kardeşlerinin yaşadığı Ken’an diyârında da kıtlık baş gösterdiğinden Yakub aleyhisselam, Yusuf aleyhisselamın anne-baba bir kardeşi olan Bünyamin hâricindeki on oğlunu Mısır’a erzak almak üzere gönderdi. Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a varınca hazret-i Yusuf onları tanıdı. Onlar ise, hazret-i Yusuf’u tanıyamadılar. Fakat, hazret-i Yusuf onların kim olduklarını, nereden geldiklerini sordu. Onlar dediler ki: “Biz Ken’an vilâyetindeniz. İhtiyar bir babanın on evlâdıyız. Babamızın ismi Yakub’dur. Beldemizde kıtlık var. Babamız bizi buraya erzak almaya gönderdi.” dediler. Yusuf aleyhisselam; “Şimdi babanız nerede ve kiminle berâberdir?” deyince, onlar da; “Ken’an ilinde bizim en küçük kardeşimizle berâber kaldı. Babamızın küçük kardeşimizle aynı anadan olan çok sevdiği bir oğlu daha vardı. Kırda telef oldu. Onun derdinden Bünyamin adındaki küçük oğlunu yanından hiç ayırmaz. Oğlu Yusuf’a üzüntüsünden dolayı gözleri görmez oldu.” dediler.

Yusuf aleyhisselam her bir kardeşi için birer deve yükü erzak hazırlattı. Onlardan almış olduğu paralarını da gizlice tekrar yüklerinin içine bıraktırdı. Gelecek sefere diğer kardeşlerini de getirmelerini istedi. Getirmedikleri takdirde erzak vermeyeceğini bildirdi. Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a varınca babalarına, Mısır Mâliye Nâzırı tarafından büyük ihsân ve iltifat gördüklerini anlattılar. Mısır Mâliye Nâzırının bir daha Mısır’a gittiklerinde kardeşleri Bünyamin’i de getirmelerini istediğini, aksi hâlde erzak vermeyeceğini söylediğini bildirdiler. Yakub aleyhisselam Bünyamin’i göndermek istemedi. Yüklerini açtıkları zaman da paralarının ihsân olarak yüklerinin içine konulduğunu gördüler. Bunun üzerine babalarına; “Ey babamız! Daha ne istiyoruz, işte sermâyemiz de bize iâde edilmiş. Biz onunla tekrar âilemize zahîre getiririz. Kardeşimizi de koruruz. Kardeşimizi götürmekle bir deve yükü zahîre de fazla alırız. Bu seferki aldığımız zahîre az bir ölçektir, bizi idâre etmez.” dediler. Bünyamin’i getireceklerine dâir söz aldıktan sonra onlarla birlikte tekrar Mısır’a gönderdi. Onlara da; “Daha önce Yusuf’a olanı biliyorsunuz. Fakat Allahü teâlâ en iyi koruyucudur. Merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi.

Yakub aleyhisselamın oğulları ikinci defâ Mısır’a gittiler. Bünyamin’i Yusuf aleyhisselamın yanına getirdiler. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine ikram ve ihsânlarda bulundu. Diğer kardeşlerinden ayrı olduğu sırada kardeşi Bünyamin’e kendisini tanıttı. Bir tedbirle onu göndermeyeceğini bildirdi. Her bir kardeşi için bir deve yükü erzak hazırlattı. Kardeşi Bünyamin’in yükünün içine Mısır hükümdârının altından yapılmış su tasını koydurdu.

Yakub aleyhisselamın oğullarının yükleri hazırlanıp yola çıkacakları sırada saraydan bir vazîfeli gelerek; “Ey kâfile ehli! Durun! Muhakkak siz hırsızlarsınız.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri geri dönerek; “Ne kayboldu. Aradığınız nedir?” diye sordular. Vazîfeli; “Hükümdârın tası kayboldu. Onu getirene bir deve yükü zahîre var. Ben de buna kefilim.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri; “Vallahi muhakkak siz de bilirsiniz ki, biz buraya fesâd çıkarmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz.” dediler. Vazîfeli ve yanındakiler; “Eğer sözünüzde yalancı çıkarsanız sizin dîninizde hırsızlığın cezâsı nedir?” dediler. Yakub aleyhisselamın oğulları; “Su kabını çalanın cezâsı kimin yükünde bulunursa, çalan kimse, mal sâhibinin kölesi olur. Biz hırsızlık yapanları böyle cezâlandırırız.” dediler.

Saray vazîfelileri Yakub aleyhisselamın oğullarının yüklerini aradılar. Su tası en son aradıkları Bünyamin’in yükünde çıktı. Bunun üzerine Yakub aleyhisselamın bildirdiği dînin hükümlerine göre Bünyamin Mısır’da alıkonuldu. Yakub aleyhisselamın oğulları: “Ey Azîz! Hakikat, onun (Bünyamin’in) ihtiyar ve çok muhterem bir babası var. Kaybolan kardeşimizin acısını onunla unutur. Onu bizden çok sever. Onun yerine birimizi alıp onu serbest bırak. Biz muhakkak seni ihsân edenlerden görüyoruz. Bu ihsânını tamamla.” dediler.

Yusuf aleyhisselam: “Eşyâmızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allahü teâlâya sığınırız. Çünkü bu takdirde (dîninize uygun olarak verdiğiniz fetvâya göre) biz de elbette zâlimlerden oluruz.” dedi.

Yakub aleyhisselamın büyük oğlu ve Şem’un da, babam bana izin verinceye kadar gelmem, deyip Mısır’da kaldı. Yakub aleyhisselamın diğer oğulları Mısır’dan ayrılıp utanarak ve sıkılarak babalarına geldiler; “Ey babamız! Muhakkakki oğlun Bünyâmin hırsızlık yaptı. Biz ancak gördüğümüze şâhitlik ederiz. Su kabının Bünyamin’in yükünden çıktığını gördük. Biz gaybı, yâni onun gerçekten çaldı mı, yoksa onun haberi olmadan eşyâsı arasına mı kondu? bilmeyiz. Eğer bize inanmazsan içinde bulunduğumuz (kendisinden döndüğümüz) şehre (Mısır halkına) da aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz hakîkaten doğru söyleyicileriz.” dediler. Yakub aleyhisselam bu habere çok üzülüp, anlatılanlara inanmadı. Fakat; “Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Umulur ki, Allahü teâlâ oğullarımı bana getire. Şüphesiz Allahü teâlâ Alîmdir, Hakîmdir.” dedi.

Allahü teâlânın kendisini bu sıkıntıdan yakında kurtaracağına inanan Yakub aleyhisselam son derece üzüntülü ve kederli olmasına rağmen, hâlini Allahü teâlâdan başkasına arz etmedi. Başına gelen musîbetlere rağmen, dâimâ sabırlı oldu. Bir gün oğullarına kavuşacağını ümit eden Yakub aleyhisselam; “Ey oğullarım! Mısır’a gidin, Yusuf ile kardeşlerinden haber sorun. Allahü teâlânın fadl ve ihsânından ümit kesmeyin. Çünkü hakîkat, kâfirler gürûhundan başkası Allahü teâlânın fadl ve rahmetinden ümit kesmez.” dedi.

Yakub aleyhisselamın oğulları babalarının tavsiyesi üzerine üçüncü defâ Mısır’a geldiler. Yusuf aleyhisselamın huzûruna varıp; “Ey Azîz! Bize ve âilemize darlık, kıtlık, fakirlik ve açlık isâbet etti. Çok az ve ehemmiyetsiz bir sermâye ile geldik. Bize daha önce tam bedelle verdiğin gibi tam ölçek ver. Sermâyemizden eksik olan bu miktara karşılık olan zahîreyi vermekle veya kardeşimizi iâde etmek sûretiyle hakkımızda ayrıca tasaddukta bulun. Zîrâ Allahü teâlâ sadaka verenleri mükâfatlandırır. Yusuf aleyhisselam onlara: “Siz sonunun nereye varacağını bilmeden Yusuf’a ve kardeşine yaptığınız işin kötülüğünü anlayıp ondan tövbe ettiniz mi?” dedi.

Bu sözler üzerine onlar bu kimsenin, kardeşleri Yusuf olabileceğini düşündüler. Ona Yusuf olup olmadığını sordular. Onların yalvarışlarını, çâresiz kaldıklarını görünce, kalbi inceldi. Merhametinden dolayı, kendisinin kardeşleri Yusuf olduğunu açıkladı. Kardeşleri; “Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?” dediler. Yusuf aleyhisselam; “Evet, ben Yusuf’um ve bu kardeşim Bünyamin’dir. Allahü teâlâ birbirimize kavuşturmakla bize ihsânda bulundu.” dedi. Kardeşleri Yusuf aleyhisselamın üstünlüğünü ve ona yaptıklarından dolayı günahkâr olduklarını kabul ettiler. Yusuf aleyhisselam onlara; “Bugün size bir kınama ve ayıplama yoktur.” dedi.

Kardeşlerine çok izzet ve ikrâmda bulundu. Babası Yakub aleyhisselamın hâlini, kendisinin yokluğundan sonra ne durumda olduğunu sordu. Onlar da; “Senin için çok üzüldü, ağladı. Bu sebeple gözleri görmez oldu.” dediler. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam gömleğini çıkarıp onlara verdi ve; “Şu gömleğimi babama götürün ve yüzüne sürsün. O benim kokumu koklasın ve gömleğimi gözlerine sürsün. O artık rahatlıkla görmeye başlar. Sonra bütün âilenizi bana getirin.” dedi. Yusuf aleyhisselam kardeşlerinin yol hazırlıklarını yaptırdı. Babası Yakub aleyhisselama verilmek üzere bütün hânedânı ve akrabâsı ile birlikte Mısır’a gelmelerini isteyen bir mektup da verdi.

Yakub aleyhisselam, oğulları Mısır’dan yola çıktıktan sonra oğlu hazret-i Yusuf’un kokusunu aldığını söyledi. Fakat yanındakiler, Yusuf aleyhisselama duyduğu aşırı muhabbetten dolayı böyle bir koku duyduğunu zannedebileceğini söylediler. Nihâyet Yakub aleyhisselamın oğulları Ken’an diyârına yaklaşınca, onlardan biri müjdeci olarak gelip Yusuf aleyhisselamın gömleğini babasına verdi. Yakub aleyhisselam gömleği alıp yüzüne, gözüne sürdü. Gözleri açılıverdi. Yakub aleyhisselam, bütün oğulları ve akrabâsıyla birlikte Ken’an diyârından Mısır’a gitmek üzere yola çıktı. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârı ve halkıyla birlikte Yakub aleyhisselamı ve berâberindekileri karşıladı. Babasını sarayına götürdü. Babasını ve üvey annesini tahtının üstüne çıkarıp oturttu. Hepsi (babası, üvey annesi ve kardeşleri ona kavuştukları için) secde (şükür secdesi) ettiler.

Yusuf aleyhisselam babasına; “Ey babam! İşte bu evvelce gördüğüm rüyânın tevili (yorumu)dir. Hakîkaten Rabbim o rüyâyı tahakkuk ettirdi. Beni zindandan çıkarıp mülk ihsân etti. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını (hased ile) açtıktan sonra, Allahü teâlâ sizi çölden (Ken’an diyârından) getirdi. Muhakkak ki, Rabbim dilediği şeyleri hakkıyla bilen herşeyi hikmetinin icâb ettirdiği vakit ve şekilde yapan odur.” dedi. Kardeşlerini affettiğini bildirdi.

Yakub aleyhisselam Yusuf aleyhisselamla birlikte on seneden fazla yaşadıktan sonra vefat etti. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halîlürrahmân denilen yere defnedildi. Yusuf aleyhisselam babasının vefatından sonra bir müddet daha yaşadıktan sonra vefat etti. Mısır’da herkes Yusuf aleyhisselamı kendi mahallesine defnetmek istiyordu. İş kavgaya kadar vardı. Sonunda mermer bir Sandukaya koyup Nil Nehri kıyısına (veya Nil Nehrinin ortasına) defnetmekte anlaştılar. Bir rivâyete göre ondan dört yüz sene sonra, gelen Musa aleyhisselam kabrini bulup, mübârek cesedini oradan alarak Yakub aleyhisselamın da medfûn bulunduğu Halîlürrahmân’da defnedildi.

Yusuf aleyhisselamın güzelliği fevkalâdeydi. Âdem aleyhisselama çok benzerdi. Mısır sokaklarında gezerken yüzünün pırıltısı güneş ışıklarının yansıması gibi duvarlara aksederdi. Bir kimse onun yüzüne bakmak isterse hemen gözlerini çevirmek zorunda kalırdı. Bütün bunlara rağmen Yusuf aleyhisselama güzelliklerden sâdece bir parça verilmişti. Muhammed aleyhisselama ise tamâmı verilmişti.

Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimize, siz mi güzeldiniz, Yusuf âleyhisselâm mı güzeldi? diye sorunca Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Kardeşim Yusuf benden sabih (güzel), ben ondan melihim (sevimliyim). O’nun görünen güzelliği benim görünen güzelliğimden çoktur.” buyurdu. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) görünmeyen güzelliği gösterilseydi, kimse bakmaya tâkat getiremezdi.

Eshâb-ı kirâmın gençleri, hazret-i Âişe vâlidemizden Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) güzelliğini sorduklarında hazret-i Âişe şu şiiri söylemiştir:

Ve lev semia ehlü Mısre evsâfe haddihî,
Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüfe min nakdin.
Levîmâ Zelihâ lev reeyne cebînehû,
Le âserne bilkat’il kulûbi alel eydi.

Mısırdakiler, onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yâni, bütün mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâ’yı kötüleyen kadınlar, onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi (de acısını duymazlardı).

Yusuf aleyhisselam güzel ahlâk sâhibi olup, Mısır Azîzinin hakkını gözeterek Züleyhâ’nın tekliflerini reddetti ve iyilik gördüğü kimseye ihânet etmedi. Hiçbir menfâat ve zarar onun doğruyu söylemesine mâni olamadı. Allahü teâlâ onu Kur’ân-ı kerîmde “Sıddîk= Çok doğru sözlü” olarak medh etti. Kendisine hıyânet ve zulmedenleri affediciydi. İnsanların rüyâlarını doğru olarak tâbir ederdi. İnsanlara hizmet eder ve onların ihtiyaçlarını tedârik ederdi. Yusuf aleyhisselam iffet sâhibi, olup iffetini korumakta gayretliydi. Mısır kadınları ile arasında geçen hâdise meşhurdur.

Mucizeleri:
Yusuf aleyhisselamın üç çeşit mucizesi vardı:

1. Hazret-i Yusuf’un konuşması pek şirin, çok tatlı olduğu için, herkesin kalbi ona meylederdi. Onun tatlı sözleri karşısında îmân eden pekçoktu.

2. Hazret-i Yusuf’un yüzü güneş gibi nûrluydu. Hattâ bir kimse yüzüne bakmak istese, hemen gözlerini çevirmeye mecbur olurdu. Bu nûrun tesiriyle, yâni başkasına sirâyetiyle huzûruna getirilen âmânın hemen gözleri görmeye başlamıştı.

3. Yusuf aleyhisselamın duası bereketiyle ağaçların yapraklarından güzel kumaş olmuştu. Huzûruna bir büyük kişi gelmiş, şu gördüğümüz ağaçların yaprakları birbiriyle birleşip güzel kumaş olsun, diye mucize teklifinde bulunmuştu. Hazret-i Yusuf öyle dua edince, kıymet biçilmez bir kumaş olmuştur.

Yusuf aleyhisselamın hayâtı, başından geçenler ve hikmetleri Kur’ân-ı kerîmde Ahsen-ül-Kasas (kıssaların en güzeli) diye medh edilen Yusuf sûresinde bildirilmiştir. Bu sûrede Yusuf aleyhisselamın başına gelenlerle, kavuştuğu ihsânlardan bahsedilir. Hasedin noksanlık ve Allahü teâlânın yardımından mahrum kalmaya, sabrın ise sıkıntı ve gamlardan kurtulmaya sebep olduğu; Yakub aleyhisselamın sabrettiği için maksâdına kavuştuğu; Yusuf aleyhisselamın sabrı ve doğruluğu anlatılmaktadır.

Eyyub Aleyhisselam

İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Hazret-i İshak’ın oğlu Iys’ın neslindendir. Kendisine yedi kişi îmân etti. Yüz kırk sene yaşadı. Sabrı ile insanlık târihinde darbımeselle anılan Eyyub aleyhisselam, Kur’ân-ı kerîmde zikredilmiştir.

Eyyub aleyhisselamın çok mal ve serveti ile on oğlu vardı. Sürü sürü hayvanları, bağları ve bahçeleri bulunuyordu. Şam civârında Beseniyye mevkıindeki çiftliklerinde binlerce insan çalışırdı. Fakat servetinin çokluğu onu Allah yolundan alıkoymadı. Eyyub aleyhisselam Şam civârında yaşayan insanlara peygamber olarak gönderildi. Onları Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye çağırdı. Bu uğurda pekçok zahmet çekti. Sonra malı, evlâdı ve bedeni ile imtihân edildi. Eyyub aleyhisselam çok büyük sıkıntılara göğüs gerdi. Sabrı, kullukta kusûr etmeyip şikâyette bulunmayışı ve başka güzel vasıfları ile ibâdet ehline ve akıl sâhiplerine örnek oldu.

Allahü teâlâ hazret-i Eyyub’u imtihân etmeyi murâd etti. Onun mallarını çeşitli vesîlelerle elinden aldı. Koyunları sel, ekinleri ise rüzgâr ile telef oldu. Şeytan çoban sûretinde ağlayarak Eyyub aleyhisselamın yanına geldi. O sırada insanlara vaaz ve nasîhatte bulunan Eyyub aleyhisselama mallarının ve servetinin telef olduğunu söyledi. Hazret-i Eyyub bu haber karşısında hiç şikâyette bulunmayarak Allahü teâlâya hamd ve şükürde bulundu ve “Üzülme! O malı mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Çünkü sâhibi O’dur.” dedi. Bu sözleri ve hareketi karşısında şeytan perişan olup, geri gitti.

Sonra Allahü teâlâ Eyyub aleyhisselamın, hocaları ile ders okuyan çocuklarının da zelzeleyle ruhlarını aldı. Bu defâ hoca şekline giren şeytan feryâd ve figân ederek Eyyub aleyhisselamın yanına geldi; “Ey Eyyub! Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı. Çocukların öldü. Her biri parça parça oldular.” dedi. Çocuklarına olan şefkatinden dolayı gözlerinden yaşlar gelen Eyyub aleyhisselam sabır ve tevekkül ederek, Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi. Şeytana da: “Ey mel’ûn! Sen İblissin. Beni Rabbime isyâna teşvik etmek istiyorsun. Şunu bil ki, evlâdım bir emânet idi. Rabbime niçin incineyim. Rabbime hamd ederim.” buyurdu. Bundan sonra Allahü teâlâ Eyyub aleyhisselamın vücuduna hastalık verdi.

Hazret-i Eyyub’un hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Akrabâları, komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu. Yalnız hanımı Rahîme Hatun onu terk etmedi. Ona hizmetine devâm edip, ihtiyâç için neyi varsa sarf etti. Hazret-i Eyyub bu hastalık hâlinde de şikâyet ve feryâdda bulunmayıp, hamd etti ve sabır gösterdi. Bu defâ şeytan Eyyub aleyhisselamın bulunduğu şehir halkına vesvese vererek; “Onun hastalığı size geçer, onu şehrinizden çıkarın.” dedi. Şehir halkı Eyyub aleyhisselamı ve hanımı Rahîme’yi şehirden dışarı çıkardılar. Rahîme Hatun şehrin dışında bir yerde hazret-i Eyyub’a hizmete devâm etti.

Hazret-i Eyyub, yedi yıl dert ve belâ içinde kaldı. Hâlinden hiç şikâyet etmedi. Şeytan, bu defâ insan sûretinde Rahîme Hâtunun karşısına çıkıp onu Eyyub aleyhisselamın hizmetinden alıkoymaya çalıştı. Ona; “Kendine yazık ediyorsun. Hastalığı sana geçer.” dedi. Rahîme Hatun ise, şeytana; “Onun üzerimdeki hakkı çoktur, ödeyemem. Nîmet ve râhat vaktinde onunla yaşadım. Bu hastalık hâlinde onu bırakamam.” dedi. Dönüşte, olanları hazret-i Eyyub’a anlattı. Eyyub aleyhisselam da onun iblîs yâni şeytan olduğunu ve onun vesvesesinden sakınmasını söyledi. Şeytan daha sonra da Rahîme Hâtunun karşısına çıkarak, vesvese vermeye çalıştıysa da aldırış etmedi.

Hazret-i Eyyub’un hastalığı gittikçe şiddetlendi. Onun bu hâli beden, kalp ve lisânıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazîfelerini iyice zorlaştırdı. O zaman Allahü teâlâya dua ve niyazda bulundu: “Bana gerçekten hastalık isâbet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” dedi. Allahü teâlâ onun dua ve niyâzını kabûl etti.

Birgün Eyyub aleyhisselamın hanımı Rahîme Hatun yiyecek aramaya çıkmıştı. İkindi vakti Allahü teâlânın lütuf ve müjdesi ulaştı. Cebrâil aleyhisselam gelerek Allahü teâlâdan; “Ey Eyyub! Belâ verdim sabrettin. Şimdi ben sıhhat ve nîmet vereceğim.” haberini getirdi. Allahü teâlâ; “(Ey Eyyub!) Ayağını yere vur. Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç.” (Sâd sûresi: 42) buyurdu. Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyub aleyhisselam ayağını yere vurdu. Biri sıcak, biri soğuk, iki pınar fışkırdı. Sıcak sudan gusül edince bedenindeki, soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan kurtuldu ve sıhhate kavuştu. Kuvveti geri geldi. Tâze bir genç oldu. Elinden alınmış olan mallarını Allahü teâlâ geri iâde etti. Çok sayıda evlâd ihsân etti veya bir rivâyette ölmüş olan oğullarını diriltti. Yüz çeviren dostları kendisine muhabbetle yöneldiler.

Eyyub aleyhisselamın hastalığı âfiyet hâline dönüşünce, o gece seher vaktinde bir âh eyledi. Sebebini sorduklarında; “Her gece seher vaktinde «Ey bizim hastamız nasılsın?» diye ses duyardım. Şimdi o vakit geldi; «Ey sıhhatli kulumuz nasılsın?» sesini duyamadım. Onun için ağlıyorum.” buyurdu.

Eyyub aleyhisselam ömrünün sonunda en olgun evlâdı olan Havmel’i vâsi tâyin etti. Techiz ve tekfin işlerini ona ısmarladı. Yüz kırk sene ömür sürdükten sonra vefat etti. Bişr isimli bir oğlunun peygamberliğinde ihtilâf olunmuştur. Onun yaşıyla ilgili başka rivâyetler de vardır. Hazret-i Eyyub’un kabri Şam’da Beseniyye denilen yerdedir.

Mucizeleri:
Eyyub aleyhisselam Allahü teâlânın emirlerini tebliğ ederken birçok mucizeler gösterdi. Bunlardan bâzıları şöyledir.

1. Eyyub aleyhiselâmın duası bereketi ile koyunların yünleri ibrişim olurdu.

2. Eyyub aleyhisselam kavminin hâkimini îmâna dâvet ettiği vakit o da; “Evimdeki direklerin kalkarak havada durmasını senden mucize olarak isterim.” demişti. Hazret-i Eyyub dua etti. Nihâyet evin direkleri düştü ve ev havada kaldı. Hâkim bu mucizeyi gördüğü hâlde îmân etmedi.

3. Eyyub aleyhisselamın duasıyla çöldeki seraplar ve dumanlar su olurdu.

Eyyub aleyhisselam güzel huylu, cömerd ve çok merhametliydi. Fakirlere, misâfirlere, yetimlere çok yardım ederdi. Bedenine, malına ve evlâdına gelen musibetlere sabredip ilâhî takdire rızâ gösterirdi. Bundan dolayı insanlık târihinde, “Eyyub aleyhisselamın sabrı gibi” darbımeseliyle anıldı. Allahü teâlâ onu bu güzel vasıfları sebebiyle Kur’ân-ı kerîmde şöyle medh ü senâ buyurdu:
“Biz onu (belâlalara) hakîkaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu. Şüphe yok ki o tamâmen Allah’a dönen (bir zât) idi.” (Sâd sûresi: 44)

Eyyub aleyhisselamla ilgili olarak Kur’ân-ı kerîmin En’âm, Nisâ, Sâd, ve Enbiyâ sûrelerinde bilgi verilmiştir.

Şuayb Aleyhisselam

Medyen ve Eyke ahâlisine gönderilen peygamber. İbrahim aleyhisselam veya Sâlih aleyhisselamın neslindendir. Soyu anne tarafından Lut aleyhisselamın kızına ulaştığı ve Eyyub aleyhisselamla teyze oğulları oldukları rivâyet edilmiştir. Musa aleyhisselamın kayınpederidir. Kavmine güzel söz söylemesi, tatlı ve tesirli hitâb etmesi sebebiyle kendisine Hatîb-ül-Enbiyâ (Peygamberlerin hatîbi) denildi. İnsanlara İbrahim aleyhisselama bildirilen dînin emir ve yasaklarını tebliğ etti.

Arabistan Yarımadasının kuzeybatısında Hicâz’la Filistin arasında Kızıldeniz sâhilinde yer alan Akabe Körfezinden Humus Vâdisine kadar uzanan Medyen bölgesinde doğup büyüyen Şuayb aleyhisselam, o kavmin asîl bir âilesine mensuptu. Gençliği, dedelerinden Medyen adlı bir şahsın etrâfında toplandıkları için bu adla anılan Medyen halkı arasında geçen Şuayb aleyhisselam, azgın ve sapık kavmin kötülüklerinden uzak yaşar, babasından kalan koyunlarıyla meşgul olur ve çok namaz kılardı.

Medyenliler atalarının doğru yolundan ayrılmışlar ve kötü yollara sapmışlardı. Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeyi bırakmışlar, kendi elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere tapıyorlardı. Medyen, ticâret kervanlarının gelip geçtiği yollar üzerinde olduğundan ticâretle uğraşıyorlardı. Yaptıkları alışverişte muhakkak hîle yapıyorlardı. Yiyecek maddelerini alıp, stok yapıyorlar, pahalanınca fâhiş fiyatla satıyorlardı. Ölçü ve tartı için iki değişik ölçek kullanıyorlar, alırken büyük ölçekle alıyorlar, satarken küçük ölçekle veriyorlardı. İnsanların yollarını kesiyorlar, onların mallarına zorla el koyuyorlardı.

Yol üstünde durup, bilhassa yabancı ve gariblerin mallarını çeşitli hîlelere başvurarak ellerinden alıyorlardı. Ayrıca sâhip oldukları pekçok nîmetin şükrünü yapmayıp, nankörlük ediyorlardı.

Allahü teâlâ onlara, doğru yola dâvet etmek için Şuayb aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. Şuayb aleyhisselam onlara nasîhatlerde bulunup, Allahü teâlâya şirk koşmamalarını ve yalnızca O’na ibâdet etmelerini, alışverişte, ölçü ve tartıda haksızlık ve hîle yapmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını söyledi. Kötülüklere devâm ettikleri takdirde azâba uğrayacaklarını, vazgeçtikleri takdirde mükâfâta kavuşacaklarını söyledi. Fakat azgın Medyen kavmi, Şuayb aleyhisselamın sözlerini dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Ona inananları tehdit ettiler.

Şuayb aleyhisselam, bütün sıkıntı, eziyet ve horlamalara rağmen, Medyenlileri doğru yola dâvete devâm etti. İbret olarak isyânları sebebiyle helâk edilen Nûh aleyhisselamın gönderildiği kavmin, Hûd kavminin, Lut kavminin başına gelen azapları ve helâk olmalarını anlattı. İnkârdan vazgeçip îmân etmelerini, mağfiret dilemelerini, aksi hâlde kendilerinin de isyân edip, helâk olan kavimler gibi azâba düşeceklerini ve helâk olacaklarını açık bir lisanla anlattı. Onun peygamberliği Şam’a kadar duyulmuştu. Pekçok kimse gelerek Şuayb aleyhisselama îmân etmekle şereflendiler. Fakat Medyenliler yolda durup, Şuayb aleyhisselama gelenlere mâni olmaya çalıştılar. Şuayb aleyhisselamı ve ona inananları kendi sapık dinlerine dönmedikleri takdirde yurtlarından çıkaracaklarını söyleyip, tehdit ettiler.

Şuayb aleyhisselam azgın Medyen halkının, bütün nasîhatlerine rağmen îmâna gelmelerinden ümit kesince, onları Allahü teâlâya havâle etti.Şuayb aleyhisselam Allahü teâlâya; “Yâ Rabbî! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver. Sen hükmedicilerin hayırlısısın.” diye dua etti.

Azgınlıklarına ve inananlara karşı düşmanlıklarına devâm eden Medyen halkı üzerine, Allahü teâlâ azâb gönderdi. Cebrâil aleyhisselamın bir sayhası ve bir zelzeleyle onların hepsini helâk etti. Hepsi yok oldular. Sanki onlar o beldede yaşamamışlardı.

Şuayb aleyhisselam ve ona inananlar kurtulup Medyen’e yakın yerde, yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir olan Eyke’ye giderek, oradaki insanlara doğru yolu göstermekle vazîfelendirildi. Medyen halkının bütün husûsiyetlerini taşıyan Eyke halkı, parayı tartı ile alırlar, kenarlarından kırptıktan sonra, tâne ile verirlerdi. Alışverişlerinde karşı taraftakine muhakkak zarar verirler ve onu aldatırlardı. Alırken ucuz ve fazla fazla alırlar, satarken pahalı ve eksik verirlerdi. Yolcuları soyarlar, putlara taparlardı. Şuayb aleyhisselama inanmak için gelenleri vaz geçirmek için çalışırlar, Şuayb aleyhisselama yalancı derlerdi. İstekleri olmazsa, tehditte bulunup, eziyet ederlerdi.

Şuayb aleyhisselam Eyke halkını Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye, azgınlık ve taşkınlıklarından vaz geçmeye dâvet etti. Eyke halkı Şuayb aleyhisselamdan mucize istediler. Şuayb aleyhisselam çevredeki putlara hitâb edip; “Rabbiniz kimdir? Ben kimim? Söyleyin!” dedi. Taş ve ağaçtan yapılmış cansız birer varlık olan putlar dile gelip; “Rabbimiz ve yaratıcımız Allahü teâlâdır. Yâ Şuayb! Sen ise Allahü teâlânın peygamberisin!” dediler ve kâidelerinden yere düşüp paramparça oldular. Bu mucize karşısında bâzı kimseler îmâna geldi.

İnanmayanlar da azgınlıklarını daha da arttırdılar. Şuayb aleyhisselam son defâ îkâz edip, puta tapmaktan vaz geçmelerini, Allah’a îmân etmelerini ölçü ve tartıda adâletli olmalarını ve her türlü zulümden vazgeçip, kurtulmalarını söylediyse de inkâr edip inanmadılar. Alay ettiler, yalancısın, sihirbazsın, büyülenmişsin dediler. Îmân etmeyeceklerini açıkça söyleyip; “Eğer sen doğru sözlüysen, bize gökten azap indir.” dediler.

Şuayb aleyhisselam bu azgın kavmi Allahü teâlâya havâle etti. Allahü teâlâ onlara isyanları sebebiyle şiddetli bir azap göndererek hepsini helâk etti. Önce ortalığı kasıp kavuran şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. Sular fokur fokur kaynadı. Susuzluktan kıvranıyorlar sıcak suları içtikçe içleri yanıyordu. Çâresizlikten gölge ve içecek su arıyorlar, bir taraftan bir tarafa koşuyorlardı. Bu hâl yedi gün devâm etti. Sekizinci gün ufukta koyu gölgeli siyah bir bulut çıkıp yükseldi. Bunu gören Eykeliler serinlemek için koşup hepsi bulutun altında toplandılar. Onlar bulutun altına toplanır toplanmaz buluttan üzerlerine şiddetli bir ateş yağmaya başladı ve hepsi ateş altında helâk olup, gittiler.

Eykelilerin helâk edildiği bugün, Kur’ân-ı kerîmde (gölge günü) olarak bildirilmekte ve meâlen şöyle buyrulmaktadır:
“O gölge (zulle) gününün azâbı onları yakalayıverdi. Gerçekten o azap büyük bir günah azâbı idi.” (Şuarâ sûresi: 189)

Şuayb aleyhisselam, Eyke ahâlisinin helâk olmasından sonra, inananlarla birlikte Medyen’e gidip yerleşti. İnananlardan birinin kızıyla evlendi. İki kızı oldu. Kızlar büyüdü. Kendisi iyice yaşlandı. Allah korkusundan çok gözyaşı döktü. Gözleri zayıfladı, vücudu kuvvetten düştü.

Bu sırada Mısır’dan çıkıp Medyen’e gelen Musa aleyhisselam, kuyu başında koyunlarını sulamak için bekleyen Şuayb aleyhisselamın kızlarına yardım ederek, koyunlarını suladı. Şuayb aleyhisselam ücret vermek için onu evine dâvet etti. Onu emin güvenilir bir kimse olarak görüp, koyunlarına çoban tuttu. Sekiz sene koyunlarını gütmesi şartıyla kızlarından birini ona nikâhladı.

Musa aleyhisselam orada on sene kaldı. Çocukları oldu. Daha sonra Mısır’a göç etti. Sıhhati düzelip gözleri açılan Şuayb aleyhisselam, her sene Medyen’den Mısır’a giderek kızı ve dâmâdını ziyâret etti. Bir müddet sonra Mekke-i mükerremeye gidip yerleşti. Daha sonra da orada vefat etti. Vefâtında 300 yaşında olduğu rivâyet edilmiştir.

Şuayb aleyhisselam çok namaz kılardı. Tevrat’ta ismi Mikâil olarak bildirilmiştir. Kur’ân-ı kerîmde A’râf, Şuarâ, Hûd ve Ankebût sûrelerinde Şuayb aleyhisselam, Medyen ve Eyke kavimleri hakkında âyet-i kerîmeler mevcuttur.

Şuayb aleyhisselamın altı çeşit mucizesi vardır:
1. Hazret-i Şuayb’ın duası bereketiyle, koyunlardan doğmuş siyah kuzuların hepsi beyaz olmuştur.

2. Hazret-i Şuayb’ın duası bereketiyle taşlar toprak olmuştu. Şöyle ki: Medyen kasabası dağlık, taşlık bir yer olduğundan: “Hak peygamber iseniz, dua ediniz, şu dağlar, taşlar kalkıp, yerimiz geniş olsun.” diye teklif etmişlerdi. Şuayb aleyhisselam dua edince, cenâb-ı Hak duasını kabul edip, elini o dağ ve taşlar üzerine koy, diye emreyledi. Elini koyunca hepsi toprak oluverdi.

3. Şuayb aleyhisselamın duası bereketiyle Medyen’de bâzı taşlar koyun olmuştur. Şöyle ki, kendilerinin hiç koyunu olmadığı için kavmi, bizim koyunlarımızı elimizden almak için Şuayb buraya gelmiştir diye söz etmişlerdi. Hazret-i Şuayb bunu işitince, çok üzülüp, kendinin de koyunu olması için cenâb-ı Hakka dua eyledi. Cenâb-ı Hak, duasını kabul edip, orada bulunan taşlara eliyle işâret etmesini emreyledi. Hazret-i Şuayb işâret ettiği anda o taşlar koyun oluverdi. Bu sûretle koyunları kavminin koyunundan birkaç misli fazla oldu. O koyunları sekiz, yâhut on sene hazret-i Musa’ya güttürüp, kızını da ona verdiği meşhurdur.

4. Hazret-i Şuayb, bir yerin taşları etrâfında dönünce, o taşlar hemen bakır olup, ahâli bununla pek zengin olmuştur.

5. Hazret-i Şuayb’ın duası bereketiyle kum tepeleri yerinden kalkmıştır.

6. Hazret-i Şuayb, bir dağa çıkmak istediği zaman, dağ âdeta devenin oturup kalktığı gibi, Şuayb aleyhisselam çıkıncaya kadar küçülür, çıktıktan sonra evvelki hâli gibi büyük bir dağ olurdu.

Musa Aleyhisselam

İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine “ulü’l-azm” denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, “Kelîmullah” denilmiştir. Benî İsrail’e gelmiştir. Yakub aleyhisselamın soyundandır. Harun aleyhisselamın kardeşidir. Babasının ismi İmrân’dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil’dir.

Hazret-i Yusuf’tan sonra, Mısır’da, İsrailoğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yakub ve hazret-i Yusuf’un bildirdikleri dîne inanıyorlar ve emirlerini yerine getiriyorlardı. Mısır’ın eski yerlisi Kıbtî kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrailoğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Benî İsrail, Kıbtî kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken’ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır’dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı.

Mısır’ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlardı. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır’ın yerli halkı Kıbtîleri yaktığını, İsrailoğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrailoğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabîle hâlinde olan ve her bir kabîlenin başında bir idârecisi bulunan İsrailoğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrailoğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı.

Bu hâdise karşısında İsrailoğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun’un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Musa aleyhisselamın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur’an-ı kerîm’de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir:
“Musa’nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Musa’yı) emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.” (Kasas sûresi: 7)

Musa aleyhisselamın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun’un sarayına doğru sürükledi. Firavun’un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip; “Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz...” dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti. Musa aleyhisselam hiç birinin memesini almadı.

Annesi, çocuğunun Firavun’un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Musa’nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; “Size bu çocuğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?” dedi. Bunun üzerine Musa aleyhisselamın annesini getirttiler. Musa aleyhisselam onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun’un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun’un sarayında emzirip büyüttü...

Musa aleyhisselam Firavun’un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi Harun’un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrailoğullarından biriyle bir Kıbtî kavga ediyor. Hazret-i Musa aralarına girip ayırmak için Kıbtîyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbtî yere düşüp öldü. Hazret-i Musa elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun’un şerrinden çekinip, Mısır’dan ayrılarak Medyen’e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselamla buluşup, on sene Medyen’de kaldı ve Şuayb aleyhisselamın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır’a gitmek üzere Medyen’den ayrıldı.

Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Harun aleyhisselama peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mucizesi ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mucizeleri verildi. Sonra da Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir:
“Bu iki mucize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.” (Kasas sûresi: 32-33)

Hazret-i Musa Mısır’a varıp, kardeşi Harun aleyhisselam ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun’a gidip onu dîne dâvet ettiler. İsrailoğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunun üzerine Musa aleyhisselam elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardı, eli bembeyaz göründü. Bu mucize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Musa; “Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mucizesidir.” diyerek onları îmâna çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Musa’nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mucizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; “Ey Musa! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tâyin et.” diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı.

Musa aleyhisselam Allahü teâlâya dua ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Musa aleyhisselam elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mucize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; “Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mucizedir.” dediler ve hazret-i Musa’ya îmân ettiler. Bu hâdise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Musa aleyhisselama inananları şehit ettirdi. Hazret-i Musa’ya îmân etmiş olan kendi hanımı Âsiye’yi de şehit etti.

Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onlara çeşitli belâlar verdi. Önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Musa’ya gidip belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek îmân etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen îmân etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur’ân-ı kerîm’in A’raf sûresinde bildirilmektedir.

Firavun ve kavmi, Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında İsrailoğullarının Mısır’dan gitmelerine izin verdi. Musa aleyhisselam bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrailoğullarını toplayıp Mısır’dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrailoğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Musa aleyhisselama meâlen;
“Asân ile denize vur.” (Şuarâ sûresi: 63) diye vahyetti. Hazret-i Musa bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrailoğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun, askerleriyle birlikte boğuldu.

Firavun boğulmak üzere iken “inandım” demişse de onun ye’se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle buyrulmaktadır:
“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, “İsrailoğullarının îmân ettiğinden (Allah’tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.” dedi.” (Yunus sûresi: 90) Ancak Allahü teâlâ Firavun’un îmânını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselam vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu:
“Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” (Yunus sûresi: 91) “Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olasın. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mucizelerimizden) gâfildirler.” (Yunus sûresi: 92) Tefsîr âlimlerinden Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir etmiştir:
“... Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız... Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.”

Firavun’un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere’ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun’un vücudu bozulmamış, etleri dökülmemiş, tüyleri kaybolmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra’daki meşhur British Museum’da sergilenmektedir.

Musa aleyhisselam Kızıldeniz’i geçtikten sonra, İsrailoğullarını Ken’an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrailoğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Musa’ya; “Yâ Musa! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.” dediler. Hazret-i Musa onlara; “Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nîmet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya îmân ediniz, şirkten ve putlardan kaçınınız...” diye nasîhat etti.

Allahü teâlâ Musa aleyhisselama bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Musa aleyhisselam, kardeşi Harun’u (aleyhisselam) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrat kitâbı nâzil oldu.

Musa aleyhisselam Tûr’da iken, Sâmirî adında bir münâfık İsrailoğullarının ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur diyerek İsrailoğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Harun aleyhisselam her ne kadar nasîhat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar.

Musa aleyhisselam Tûr’dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmirî’yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmirî de insanlardan ayrı ve uzak, vahşî bir şekilde, başkaları ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmirî sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Harun aleyhisselama bu durumu sorunca; “Nasîhat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.” dedi. Böylece hazret-i Musa’nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrat’ın indirildiğini bildirdi. İsrailoğulları da Tevrat’ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya îmân ve ibâdet ettiler.

İsrailoğulları Tih Sahrasında kaldıkları sırada Musa aleyhisselamın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Musa aleyhisselamdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Musa aleyhisselamın duası üzerine, Tîh Sahrasında susuz kalan İsrailoğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Musa aleyhisselam asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrailoğulları içtiler. Allahü teâlâ onlara “selva” denilen bıldırcın eti ve “men” denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; “Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz” dediler.

Bu nîmetlere karşı nankörlük yapan İsrailoğulları, Musa aleyhisselamın Ken’an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler. Musa aleyhisselama; “Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin.” dediler. Musa aleyhisselamın akrabâlarından olan Karun, Musa aleyhisselama karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrailoğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tîh Sahrâsında kalmakla cezâlandırdı. Kırk sene müddetle Tîh Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrailoğulları, perişan hâlde telef oldular.

Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrailoğullarının çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Harun aleyhisselam da vefat etti.

Musa aleyhisselam, İsrailoğullarını alıp, Lut Gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken’an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Musa aleyhisselam vefat etti.

Musa aleyhisselamın nerede vefat ettiği ve kabrinin nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civârında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i Musa’nın şerîati (bildirdiği dîni) hazret-i İsa’nın gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Musa aleyhisselamın şerîatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrailoğulları daha sonra Tevrat’ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahudiler denilmiştir.

Musa aleyhisselamın mucizeleri:
1. Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması.

2. Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.

3. Kavmiyle Kızıldeniz’in kenarına gelince asâsını vurup denizde yol açması.

4. Tîh Sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Benî İsrail’in kabîleleri adedince, on iki pınar akıtması.

5. Firavun ve Kıbtî kavmi İsrailoğullarına zulüm ettiği ve Musa aleyhisselama inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Musa’ya tûfân mucizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu. Kıbtîlerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrailoğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbtî kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine îmân etmediler ve başka belâlara düçar oldular.

6. Kıbtî kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mucizesi. Bu çekirgeler İsrailoğullarına hiç dokunmayıp, Firavun’un kavmi Kıbtîlere musallat olmuştur.

7. Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Musa aleyhisselamın mucizesi olarak Kıbtî kavmine musallat olması.

8. Kurbağa mucizesi. Kıbtî kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında îmân edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da bu şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından mîdelerine girerdi. Geceleri üzerlerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı taktirde, îmân edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine îmân etmedi.

9. Kan belâsı. Mısır’da bulunan bütün sular, Kıbtîlerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrailoğullarına ise böyle bir şey olmazdı.

10. İsrailoğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Musa aleyhisselamın duası ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.

11. Musa aleyhisselam kavmiyle Tîh Çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Musa aleyhisselama gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Musa aleyhisselam Allahü teâlâya dua etti. Kudret helvâsı ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.

12. Hazret-i Musa’nın duası ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır.

13. Hazret-i Musa Tîh Sahrâsında bulunan İsrailoğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir.

14. Hazret-i Musa’nın duasıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte yere batırılan Kârun, bu mucize karşısında âciz kalıp, hased ederdi.

15. Yolculukta hazret-i Musa’ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.

Kur’ân-ı kerîm’de Musa aleyhisselamdan 136 yerde bahsedilmektedir. Hakkında çok hadîs-i şerîf vardır. Yine Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde Hızır aleyhisselam ile yaptıkları seyâhat bildirilmektedir. Vahyi tebliğ için Cebrâil aleyhisselam ona dört yüz kere gelmiştir.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki:
“Kendimi, peygamberler arasında gördüm. Musa aleyhisselam ayakta namaz kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zât kabilesinden bir yiğit gibiydi.”

“... Sonra bizi altıncı semâya doğru yükseltti. Cibrîl (aleyhisselam) onun kapısını çaldı. Kim o! denildi. Cibrîl’dir dedi. Yanındaki kimdir? denildi. Muhammed’dir dedi. O’na “dâvet” gönderilmiş midir? denildi. Cibrîl O’na “dâvet”gönderilmiştir dedi. Onun üzerine bize açıldı. Ben orada Musa (aleyhisselam) ile karşılaştım. Bana merhabâ dedi ve hayır dua eyledi.”

Harun Aleyhisselam

İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden.Hazret-i Musa’nın ana-baba bir büyük kardeşidir. Babasının ismi, İmrân bin Yasher’dir.Soy itibariyle Yakub aleyhisselamın oğullarından Lâvî’ye dayanır.Mısır’da doğdu. Musa aleyhisselamdan üç sene önce Tûr-i Sinâ’da vefat etti.

Harun aleyhisselam,İsrailoğulları üzerine Firavun’un ve kıbtîlerin zulüm ve baskılarının arttığı sırada doğdu. Çocukluğu ve gençliği Mısır’da geçti. Musa aleyhisselama peygamberlik emri bildirildikten sonra, Harun aleyhisselama da peygamberlik emri bildirildi. Musa aleyhisselamla birlikte Firavun’a gitmeleri, onu ve avânesini Allahü teâlâya îmâna dâvet etmeleri emredildi. Harun aleyhisselam, Musa aleyhisselamla birlikte Firavun’u ve adamlarını hak dîne inanmaya dâvet ettiler.

Kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve insanların kendisine secde etmelerini isteyen Firavun, Musa ve Harun aleyhimesselâmın dâvetini ve îzâhlarını kabul etmedi.İlk önce alay edip hakâret dolu sözler sarf etti. Musa aleyhisselama inananlara ve İsrailoğullarına korkunç zulümler yaptırdı.İsrailoğulları durumlarını Musa ve Harun aleyhimesselâma bildirip, dua istediler. Allahü teâlâ, Firavun ve kavmine îkâz olarak musîbetler gönderdi. Musa ve Harun aleyhimesselâm, Allahü teâlânın emriyle İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarıp, Kızıldeniz’den yürüyerek Sina Yarımadasına geçtiler. Firavun ve ordusu da geçmek için denize yürüyünce, küfür ve azgınlıklarının cezâsı olarak, boğulup helâk oldular.

Musa aleyhisselam, kavmiyle berâber Tih Sahrasındayken Allahü teâlâdan gelen vahiyle Tevrat-ı şerîf’i almak üzere Tûr Dağına gittiği sırada Harun aleyhisselamı yerine vekil bıraktı. Musa aleyhisselam Tûr Dağındayken, İsrailoğulları Harun aleyhisselamı dinlemeyip Sâmirî adında bir münâfığın hîlelerine kapılarak, yaptıkları altın buzağı heykeline taptılar.Harun aleyhisselam kavminin bu câhilce ve azgınca hareketi karşısında onlara nasîhatlerde bulundu.Onları bu inanış ve hareketlerinden uzaklaştırmaya çalıştı.Onun nasîhat ve uyarılarını bir kısmı kabul ettiyse de bir kısmı kabul etmedi.Harun aleyhisselamı tehdid ettiler.Harun aleyhisselam, kendisine tâbi olan 12.000 kişiyle birlikte onların içinden ayrılmak veya onlarla sert bir şekilde mücâdele etmek istedi. Fakat Musa aleyhisselamın, “İsrailoğullarını parçaladın, birbirinden ayırdın!” diyeceğini düşünerek, bu işten vazgeçti. Musa aleyhisselamın Tûr’dan dönmesini bekledi.

Musa aleyhisselam, Tûr Dağından dönüşünde kavminin altın buzağı heykeline taptığını görünce çok üzüldü. Bu hâlin sebebini Harun aleyhisselama sordu. Harun aleyhisselam da İsrailoğullarının kendisini dinlemediklerini ve kendisini ölümle tehdid ettiklerini, Sâmirî adında bir münâfığa uyarak bu yola saptıklarını bildirdi.Musa aleyhisselam Sâmirî’ye beddua etti ve İsrailoğullarının tövbe etmelerini bildirdi.İsrailoğulları, Musa aleyhisselamın dediklerini kabul ettiler ve tövbe ettiler. Bu mücâdeleler sırasında Harun aleyhisselam da Musa aleyhisselamla birlikte gayret etti.

Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama kavmini toplayıp, Arz-ı Mev’ût denilen bölgeye (Filistin ve Şam bölgesi) götürmesini ve puta tapan Amâlika kavmiyle harb etmesini emretti.İsrailoğulları, o beldelerde zâlim ve kuvvetli hükümdârların bulunduğunu ileri sürerek harbe gitmediler. Allahü teâlâ bu isyânları sebebiyle İsrailoğullarına kırk yıl müddetle Arz-ı Mev’ûd’a girmeyi haram kıldı.İsrailoğulları bu kırk sene içinde Tih Sahrâsında şaşkın ve perişan şekilde dolaştılar. Bu sırada Harun aleyhisselam da Musa aleyhisselamla birlikte İsrailoğullarının sıkıntılarına sabretti.

Harun aleyhisselam, İsrailoğullarının nankörlükleri üzerine, cenâb-ı Hakk’ın kendilerini Tih Çölünde kalmaya mahkûm ettiği kırk senenin sonlarına doğru, hazret-i Musa’dan birkaç sene veya bir rivâyete göre üç sene evvel vefat etti.Kabrinin nerede olduğu husûsunda çeşitli rivâyetler vardır.

Harun aleyhisselamla ilgili olarak Kur’ân-ı kerîm’in Mâide, A’râf, Yunus, Tâha, Furkan, Şuarâ, Kasas, Saffât sûrelerinde bilgi verilmektedir.

Kaynak: dinimizislam


ads

FacebookTwitterPinterestTumblrYazdır
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

Yorum Yazmak İçin Aşağıdaki Seçenekleri Kullanınız


Lütfen konuyla alakasız yorumlardan kaçının. Sadece link almak amaçlı ( spam ) yorumlar yazmayınız. ( anında silinir ). Argo, küfür, siyasi vb. içerik barındıran yorumlar yazmayınız.

Not: Yorum yapabilmek için (yorumlama biçiminden) Anonim ( isimsiz olarak ) veya Adı/URL'yi ( Adı ( gerekli ) / URL ( kısmını boş bırakınız ), fonksiyonlarından seçim yaparak yorumlarınızı yazabilirsiniz.

Ancak Google + profili ile yapılan yorumları onaylamıyorum bilginize. Yorum yaparken Adı/URL kısmından yaparsanız sadece isim yazmanız yeterli. Site adresi, URL eklerseniz yorumunuz onaylanmaz.