Kainattaki vahdet, riyazi hesaplara yansıyan düzenlilik;
bir taraftan bizi yeni yeni sırların keşfine götürüp
ilim adına adım adım terakkiye sevk ederken beri taraftan da
herşeyin bir elden nizam içinde yürütüldüğünü göstermektedir.
Ayrı bir zaviyeden meseleye baktığımızda,
ahenk içinde bu nizam yürütenin ilminden yansıyan ilahi mesajların
ne kadar sağlam esaslara dayandıklarını da
büyük müfessir “zamanın” getirdiği izahlarla fark etmekteyiz.
Pluton, güneş sistemi içerisinde en küçük ve güneşe en uzak olan gezegendir. En büyük teleskoplarla dahi bakıldığında ufak bir ışık lekesi olarak görülür.
İlim adamları, Uranüs’ün keşfinden 60 sene sonra yapılan araştırmalarda bir gök cisminin bu gezegenin yörüngesine tesir ettiğini fark ettiler. Bu tesir güneş sisteminin devleri olan Jüpiter ve Satürn’den gelemezdi. Çünkü bunların Uranüs’ün yörüngesine yaptıkları tesirler ml£imdu. Böylece bunun hiç bilinmeyen yeni bir gök cisminden kaynaklandığı anlaşılmıştı. Fakat binlerce yıldız arasında bir yıldız gibi gizlenen gezegen nasıl bulunabilirdi? Şayet bulunacak olsa bile bu ancak hareketi sayesinde mümkündü.
İlim adamları meseleyi, riyazi hesaplarla çözdüler. Yapılan hesaplamalar öylesine sağlıklıydı ki astronom Galle gökyüzünü teleskopla tararken Neptün’ü hesapların sonucuna uygun olarak tahmin edilen yerde müşahade etti. Böylece 23 Eylül 1846’da Gottfried Galle, Neptün’ü keşfetmiş oldu.
Bu tarihten sonra astronomlar yeniden Uranüs’ün yardımıyla, bilinmeyen başka gezegenleri araştırmaya başladılar. Bu defa astronomların karşısına çıkan Pluton’du. Yeni gezegenlerin varlığını bildiren hep Uranüs olmuştu. Neptün’ün gravitasyonundan dolayı Uranüs üzerinde tesirleri bilindiği halde Uranüs’ün yörüngesinde asırlardır bilinmemiş değişmeler vardı. Bunun üzerine astronomlar yeniden bilinmeyen gezegeni keşfe koyuldular.
Fakat bu iş sanıldığı kadar kısa sürede netice vermedi. Mount Wilson Rasathanesinde bir sene müddetle yapılan müşahadeler ve çekilen resimlerle meçhul gezegen ortaya çıkarılamamıştı. Aslında bu işle uğraşanların hiçbiri gezegenin zayıf ışığını farkedememişti. Bu araştırmalardan 10 sene sonra Lovell rasathanesi yardımcılarından Clyde Tombaugh dokuz gün arayla alınmış fotoğraf plakalarında hareket eden bir cismi keşfetti. Neticede aranan bulunmuştu.
Pluton, ilim adamlarını şaşırtmıştı. Astronomların beklediğinden tam 10 misli daha zayıf bir şekilde güneş ışığını yansıtmaktaydı. Ayrıca Pluton’un yörüngesi alışılmışın dışında ekliptikti. Yapılan hesaplamalara göre, gezegenin kütlesi ve çapı yaklaşık olarak doğru çıkarsa, bu gezegen kurşundan müteşekkil olmalıydı. Pluton gezegeni üzerinde yapılan incelemeler neticesinde bu gezegenin diğer gezegenlere olan gravitasyon tesirinin çok az olduğu tesbit edilmiştir. Gezegen, güneşe çok uzak olduğundan sathının buzlarla örtülü olduğu sanılmaktaydı. Şayet bu doğruysa Pluton’un güneş ışığını yansıtma kapasitesi daha fazla olmalıydı, yani daha parlak görünmesi gerekirdi.
Kesin tesbitler Mount Palomar’daki dev teleskop sayesinde elde edilen resimlerde ortaya konmuştur. Neticede Pluton’un dünyanın yarısı büyüklükteki bir gezegen olduğu belirlenmiştir. Fakat gezegenin kütlesi ve ışığı yansıtmasıyla alakalı bir takım sorular henüz cevapsızdı. 1970’li yılların ortalarında hususi filtreler yardımıyla gezegenin bazı sırlan çözüldü. Pluton’un sathının, büyük bir kısmı metan buzuyla kaplıydı. Mukayeseli ölçmelerle araştırmacılar Pluton’dan yansıtılan güneş ışığı gibi, metan buzundan yansıtılan ışığın da hususi filtrelerle alınabileceğini isbat ettiler. Gelen bilgilerle gezegenin çapı kolaylıkla tahmin edilebiliyordu. Şayet gezegenin bütün sathı metan buzuyla kaplı ise güneş ışığının % 70’lik kısmı geri yansıtılıyor demekti. Güneşe uzaklığı ve yansıtma kapasitesinden, Pluton’un çapının 3800 km. olabileceği sanılmaktadır. Gezegen üzerindeki lekelerin periyodik olarak dönüşümünden Pluton’un ekseni etrafında 6,4 günde bir döndüğü de kesinleşiyordu. Böylece Pluton’un büyük hususiyeti ortaya konmuştu.
Dünyanın uydusu Ay’dan pek büyük olmayan bu gezegenin kütlesi ne idi? Gezegen, bir demir yığını mıydı, yoksa bir metan-buzu ile mi örtülüydü? Buna benzer soruların cevapları 1978 senesinde açıklığa kavuştu.
Christy adlı rasatçı, Pluton’un pozisyonlarını belirleyecek resimleri dizerken, resimlerde garib bir şekilde değişen çıkıntıya rastladı. İlk resimde kuzeyde bulunan bu şekil, üç gün sonunda güneyde yer alıyordu. Bir sonraki üç gün içinde ise yine eski yerine dönüyordu. Artık neticeye varıldı ki, Pluton’un da bir uydusu vardı. Charon adlı bu uydunun yardımıyla Pluton’un kütlesini hesaplamak çok kolaydı. Bu iş için sadece resim plakalarındaki Pluton ile uydusunun arasındaki mesafenin bilinmesi kâfiydi. Bu değer ve Charon’un gezegenin etrafında 6,4 günde dönmesinden dolayı her ikisinin de külleleri hassas bir şekilde hesaplanabilirdi. Pluton astronomlar için yine bir sürpriz olmuştu. Çünkü gezegenin kütlesi dünyanın kütlesinin altı yüzde biri kadardı. Böylece Pluton’un yapılan hesaplamalarla ortaya konan yörünge sapmalarına sebep olabilecek gezegen olmadığı, kütlesinin azlığından dolayı ortaya çıkıyordu. Bugünkü astronomlara göre, Uranüs ve Neptün’ün yörüngelerinde görülen değişiklikler hesaplama hatalarından kaynaklanmaktadır.
Charon uydusunun da keşfiyle sır dolu gezegenin hususiyetlerini ihtiva edecek bir çalışma başlayabilirdi. Bu iş için bir kompüter, Pluton ve Charon’daki bilgilerle dolduruldu. Ayrıca metan buzunun hususiyetleri, sıcaklık akımları, muhtemel metan bulutları ve gezegen içindeki basınç münasebetleri de kaydedildi.
Neticede Pluton’un, 1200 km. çapında bir slikat çekirdekten müteşekkil olup, bunun da çevresinde 650 km. kalınlığında su buzu ve bunu da saran 50 km.lik metan buz katmanından meydana geldiği anlaşıldı. Gezegenin yoğunluğu 1,12 gr/cm3 idi. Çapı 2600 kmdir. Yansıtma kabiliyeti ise % 70 civarında bulunmaktadır. Bütün bunlarla Pluton’un sırları çözülmüş değildir ve henüz hiç bir araştırıcı Pluton atmosferinden bahsedememektedir.
Pluton şu anda bilinen dokuzuncu gezegendir. Onuncu gezegenin varlığı da yine matematiki hesaplarla bulunduğu halde henüz müşahade edilememiştir. İlmin her zaman geriden takip ettiği Yüce Beyan’ın işaretine dayalı bir tefsirine göre güneş sisteminde 12 gezegen bulunmaktadır.
Tarık ÇELİK
bir taraftan bizi yeni yeni sırların keşfine götürüp
ilim adına adım adım terakkiye sevk ederken beri taraftan da
herşeyin bir elden nizam içinde yürütüldüğünü göstermektedir.
Ayrı bir zaviyeden meseleye baktığımızda,
ahenk içinde bu nizam yürütenin ilminden yansıyan ilahi mesajların
ne kadar sağlam esaslara dayandıklarını da
büyük müfessir “zamanın” getirdiği izahlarla fark etmekteyiz.
Pluton, güneş sistemi içerisinde en küçük ve güneşe en uzak olan gezegendir. En büyük teleskoplarla dahi bakıldığında ufak bir ışık lekesi olarak görülür.
İlim adamları, Uranüs’ün keşfinden 60 sene sonra yapılan araştırmalarda bir gök cisminin bu gezegenin yörüngesine tesir ettiğini fark ettiler. Bu tesir güneş sisteminin devleri olan Jüpiter ve Satürn’den gelemezdi. Çünkü bunların Uranüs’ün yörüngesine yaptıkları tesirler ml£imdu. Böylece bunun hiç bilinmeyen yeni bir gök cisminden kaynaklandığı anlaşılmıştı. Fakat binlerce yıldız arasında bir yıldız gibi gizlenen gezegen nasıl bulunabilirdi? Şayet bulunacak olsa bile bu ancak hareketi sayesinde mümkündü.
İlim adamları meseleyi, riyazi hesaplarla çözdüler. Yapılan hesaplamalar öylesine sağlıklıydı ki astronom Galle gökyüzünü teleskopla tararken Neptün’ü hesapların sonucuna uygun olarak tahmin edilen yerde müşahade etti. Böylece 23 Eylül 1846’da Gottfried Galle, Neptün’ü keşfetmiş oldu.
Bu tarihten sonra astronomlar yeniden Uranüs’ün yardımıyla, bilinmeyen başka gezegenleri araştırmaya başladılar. Bu defa astronomların karşısına çıkan Pluton’du. Yeni gezegenlerin varlığını bildiren hep Uranüs olmuştu. Neptün’ün gravitasyonundan dolayı Uranüs üzerinde tesirleri bilindiği halde Uranüs’ün yörüngesinde asırlardır bilinmemiş değişmeler vardı. Bunun üzerine astronomlar yeniden bilinmeyen gezegeni keşfe koyuldular.
Fakat bu iş sanıldığı kadar kısa sürede netice vermedi. Mount Wilson Rasathanesinde bir sene müddetle yapılan müşahadeler ve çekilen resimlerle meçhul gezegen ortaya çıkarılamamıştı. Aslında bu işle uğraşanların hiçbiri gezegenin zayıf ışığını farkedememişti. Bu araştırmalardan 10 sene sonra Lovell rasathanesi yardımcılarından Clyde Tombaugh dokuz gün arayla alınmış fotoğraf plakalarında hareket eden bir cismi keşfetti. Neticede aranan bulunmuştu.
Pluton, ilim adamlarını şaşırtmıştı. Astronomların beklediğinden tam 10 misli daha zayıf bir şekilde güneş ışığını yansıtmaktaydı. Ayrıca Pluton’un yörüngesi alışılmışın dışında ekliptikti. Yapılan hesaplamalara göre, gezegenin kütlesi ve çapı yaklaşık olarak doğru çıkarsa, bu gezegen kurşundan müteşekkil olmalıydı. Pluton gezegeni üzerinde yapılan incelemeler neticesinde bu gezegenin diğer gezegenlere olan gravitasyon tesirinin çok az olduğu tesbit edilmiştir. Gezegen, güneşe çok uzak olduğundan sathının buzlarla örtülü olduğu sanılmaktaydı. Şayet bu doğruysa Pluton’un güneş ışığını yansıtma kapasitesi daha fazla olmalıydı, yani daha parlak görünmesi gerekirdi.
Kesin tesbitler Mount Palomar’daki dev teleskop sayesinde elde edilen resimlerde ortaya konmuştur. Neticede Pluton’un dünyanın yarısı büyüklükteki bir gezegen olduğu belirlenmiştir. Fakat gezegenin kütlesi ve ışığı yansıtmasıyla alakalı bir takım sorular henüz cevapsızdı. 1970’li yılların ortalarında hususi filtreler yardımıyla gezegenin bazı sırlan çözüldü. Pluton’un sathının, büyük bir kısmı metan buzuyla kaplıydı. Mukayeseli ölçmelerle araştırmacılar Pluton’dan yansıtılan güneş ışığı gibi, metan buzundan yansıtılan ışığın da hususi filtrelerle alınabileceğini isbat ettiler. Gelen bilgilerle gezegenin çapı kolaylıkla tahmin edilebiliyordu. Şayet gezegenin bütün sathı metan buzuyla kaplı ise güneş ışığının % 70’lik kısmı geri yansıtılıyor demekti. Güneşe uzaklığı ve yansıtma kapasitesinden, Pluton’un çapının 3800 km. olabileceği sanılmaktadır. Gezegen üzerindeki lekelerin periyodik olarak dönüşümünden Pluton’un ekseni etrafında 6,4 günde bir döndüğü de kesinleşiyordu. Böylece Pluton’un büyük hususiyeti ortaya konmuştu.
Dünyanın uydusu Ay’dan pek büyük olmayan bu gezegenin kütlesi ne idi? Gezegen, bir demir yığını mıydı, yoksa bir metan-buzu ile mi örtülüydü? Buna benzer soruların cevapları 1978 senesinde açıklığa kavuştu.
Christy adlı rasatçı, Pluton’un pozisyonlarını belirleyecek resimleri dizerken, resimlerde garib bir şekilde değişen çıkıntıya rastladı. İlk resimde kuzeyde bulunan bu şekil, üç gün sonunda güneyde yer alıyordu. Bir sonraki üç gün içinde ise yine eski yerine dönüyordu. Artık neticeye varıldı ki, Pluton’un da bir uydusu vardı. Charon adlı bu uydunun yardımıyla Pluton’un kütlesini hesaplamak çok kolaydı. Bu iş için sadece resim plakalarındaki Pluton ile uydusunun arasındaki mesafenin bilinmesi kâfiydi. Bu değer ve Charon’un gezegenin etrafında 6,4 günde dönmesinden dolayı her ikisinin de külleleri hassas bir şekilde hesaplanabilirdi. Pluton astronomlar için yine bir sürpriz olmuştu. Çünkü gezegenin kütlesi dünyanın kütlesinin altı yüzde biri kadardı. Böylece Pluton’un yapılan hesaplamalarla ortaya konan yörünge sapmalarına sebep olabilecek gezegen olmadığı, kütlesinin azlığından dolayı ortaya çıkıyordu. Bugünkü astronomlara göre, Uranüs ve Neptün’ün yörüngelerinde görülen değişiklikler hesaplama hatalarından kaynaklanmaktadır.
Charon uydusunun da keşfiyle sır dolu gezegenin hususiyetlerini ihtiva edecek bir çalışma başlayabilirdi. Bu iş için bir kompüter, Pluton ve Charon’daki bilgilerle dolduruldu. Ayrıca metan buzunun hususiyetleri, sıcaklık akımları, muhtemel metan bulutları ve gezegen içindeki basınç münasebetleri de kaydedildi.
Neticede Pluton’un, 1200 km. çapında bir slikat çekirdekten müteşekkil olup, bunun da çevresinde 650 km. kalınlığında su buzu ve bunu da saran 50 km.lik metan buz katmanından meydana geldiği anlaşıldı. Gezegenin yoğunluğu 1,12 gr/cm3 idi. Çapı 2600 kmdir. Yansıtma kabiliyeti ise % 70 civarında bulunmaktadır. Bütün bunlarla Pluton’un sırları çözülmüş değildir ve henüz hiç bir araştırıcı Pluton atmosferinden bahsedememektedir.
Pluton şu anda bilinen dokuzuncu gezegendir. Onuncu gezegenin varlığı da yine matematiki hesaplarla bulunduğu halde henüz müşahade edilememiştir. İlmin her zaman geriden takip ettiği Yüce Beyan’ın işaretine dayalı bir tefsirine göre güneş sisteminde 12 gezegen bulunmaktadır.
Tarık ÇELİK
ads
Hiç yorum yok: