
Şükür, "yüce Allah'ın ihsan ettiği iyiliklerden ve nimetlerden hoşlanmak, memnun olmak ve bu memnuniyetlerini kalp, dil ve beden ile ilan ve izhar etmektir.
Kendisine şükür nasip edilen bir kimse, nimetlerin artmasından mahrum kalmaz. Nimetlere karşı nankörlük ise o nimetlerin elden çıkmasına ve azaba sebep olur.
Gerçi Allah Teala'nın kulların şükrüne ihtiyacı yoktur. Kur'anda "Kim şükrederse kendi lehinedir, kim nankörlük ederse Allah'ın onun şükrüne ihtiyacı yoktur" (Lokman 31/12) buyrulmuştur.
Demek ki şükrün ve teşekkürün yararı ve sevabı Allah'a değil, insana aittir. Verilen nimeti bilen ve o nimete şükreden kimseler ise Allah tarafından mükafatlandırılacaktırlar. Bu hususları ifade eden ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Eğer (eriştiğiniz nimetlere) şükreder, iman ederseniz, Allah sizi niye azaba uğratsın! Allah, şükredenlerin mükafatını veren ve her şeyi bilendir" (Nisa 4/147).
Şükrün başı Allah'ı bilmektir. Allah'ı Rab olarak bilen, O'nun nimet verdiğinin şuurunda olan bir kimse de O'nu sevmeye başlar. Allah'ı seven O'na ibadet eder. O'na hiçbir şeyi şirk koşmayarak O'nun nimet verici olduğunu itiraf eder. Kul bu şuurla, eşi ve benzeri olmayan bir Rabb'in önünde kulluk yaptığının, bir büyük lezzetle üffet ettiğinin farkında olur. Bu nedenle tevhid, yani Allah'ı hakkıyla bilmek şükrün zirvesidir.
Yazar: Siraceddin Önlüer
Kırk Hadiste Müslüman Şahsiyeti [ Semerkand ]
ads
Hiç yorum yok: