-->

Sponsor Alanı

Slider

İlgi Çeken Videolar

Sağlık

Teknoloji

Sinema

Televizyon

Ne Nedir?

En5 Konular

ads
» » Rahman ve Rahîm isimleri

ads
ads

Sual: Allahü teâlânın Rahman ve Rahîm isimlerinin anlamı nedir?

CEVAP

Rahman ism-i şerifi, dünyada, dost olsun düşman olsun, layık olsun olmasın, mümin olsun kâfir olsun, bütün yaratıklara rızık ve sayısız nimetler veren demektir. Rahîm ism-i şerifi ise, ahirette yalnız Müslümanlara merhamet eden demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Ey günahı çok olan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah günahların hepsini affeder. O, Gafûr’dur, Rahîm’dir.) [Zümer 53]

Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada müminlere ve kâfirlere, herkese birlikte ulaştığı ve herkesin çalışmasına, iyiliklerine dünyada karşılığını verdiği hâlde, ahirette kâfirlere merhametin zerresi bile yoktur. (S. Ebediyye)

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
İnsan ve cin şeytanları, (Allahü teâlâ Rahîm’dir, affeder) diyerek insanı günah işlemeye sürükler. İyi bilmeli ki, bu dünya imtihan yeridir. Bunun için, burada dostlarla düşmanları karıştırmışlar, hepsine merhamet etmişlerdir. Kıyamette, düşmanları, dostlardan ayıracaklardır. O gün, yalnız dostlara merhamet olunacak, düşmanlara hiç acınmayacaktır. Evet, Müslümanların zerre kadar imanı olanların hepsi sonunda, hattâ çok zaman Cehennemde kaldıktan sonra bile, merhamete kavuşacaktır, fakat rahmete kavuşabilmek için, ölürken imanla gitmek şarttır. Hâlbuki günahları işlemekle kalb kararınca ve Allahü teâlânın emirlerine, haramlara önem verilmeyince, son nefeste iman nuru, sönmeden nasıl geçebilir? (Küçük günaha devam etmek, büyük günaha sebep olur. Büyük günaha devam etmek de, insanı kâfir olmaya sürükler) buyuruluyor. (1/96)



El-Melik ismi

Sual: Esma-i hüsnadan olan El-Melik isminin mânâsı nedir?

CEVAP
Mülkün, kâinatın sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’tan başka ilah yoktur. O Melik’tir, mülkü hiç yok olmaz.) [Haşr 23]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İnsanların kullandığı, övündükleri mallar, mülkler, gerçekte onların değil, hepsi Allahü teâlânındır. Bizim bunlara el uzatmamız, karışmamız, gerçekte zulümdür. Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmışsa da, gerçekte hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin mubah ettiği, izin verdiği kadar kullanmamız yerinde olur. (1/266)

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Her şeyin gerçek mâliki yani sahibi Odur; fakat görünüşte kendi kullarından her kimi bir şeye malik eylediyse, o, bunlardan hesaba çekilecektir. (2/53)

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri de buyuruyor ki:
Hepimiz, eşi, ortağı bulunmayan bir hâkim ve başlı başına bir mâlik olan Hak teâlânın emri altında, ayrı ayrı ve ortak vazifeler alan, birer memuruz. Onun koyduğu ahkâm ve nizamla, Onun tayin ettiği mevkilerimiz ve yaratıp emanet olarak verdiği yetki nispetinde vazife yaparız. Âmir ancak O, hâkim yalnız O, mâlik yine sadece Odur. Ondan başka âmir, Ona benzer hâkim, Ona ortak mâlik yoktur. (Bir üniversiteliye cevap)


El-Kuddüs ismi

Sual: Esma-i hüsnadan olan El-Kuddüs isminin mânâsı nedir?

CEVAP
Her türlü takdîse, övmeye, yüceltmeye lâyık olan; azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayal gücünün hayal ettiği, hatıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pak ve temiz olan demektir. Bir âyet-i kerimede mealen, (Allah'tan başka ilah yoktur. O Melik'tir, Kuddüs'tür) buyuruluyor. (Haşr 23)

İmam-ı Kurtubi hazretleri buyuruyor ki: El-Kuddüs ism-i şerifi, (Her türlü eksiklikten münezzeh, her türlü kusurdan arınmış) demektir. El-Kades, Hicaz şivesinde kova demektir, onunla temizlenilir. Kuyudan kendisiyle su çıkarılan kaplardan birini ifade etmek üzere kullanılan kelime de, buradan gelmektedir. Süheylî de, İsa aleyhisselamın dünyaya gelmesi için Hazret-i Meryem'e yapılan üflemenin, her türlü eksiklikten uzak, El-Kuddüs olan Allahü teâlânın emriyle, Ruh-ül-kuds yani Cebrail aleyhisselam tarafından yapıldığını bildirmiştir. (Cami'u li-Ahkâm)

Es-Selâm ismi

Sual: Esma-i hüsnadan olan Es-Selâm isminin mânâsı nedir?

CEVAP
Es-Selâm ismi, eksikliklerden uzak olan demektir. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(O gün Cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler. Onlar ve eşleri, gölgeler altında tahtlara kurulurlar. Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir. Onlara merhametli Rabb’in söylediği “Selam” vardır.) [Yasin 55-58]

(Allah, kullarını Dar-üs-selam’a [Cennete] çağırıyor. O, dilediğini doğru yola iletir.) [Yunus 25]

İmam-ı Kurtubi hazretleri, bu âyet-i kerimelerin tefsirinde buyuruyor ki: Âlimler, Es-Selâm isminin, (Eksikliklerden uzak, kullarına esenlik veren) anlamına geldiğini bildirmiştir. Bu isim aynı zamanda (Selâm sahibi) anlamındadır. Yani Allahü teâlâ, Cennette kullarına selam verecektir.

Dar-üs-selam yani Selam Yurdu da, Cennet demektir. Cennete, Selam Yurdu denmesinin sebebi, oraya girenin her türlü âfet ve musibetten selamete ermesinden dolayıdır. Nitekim Es-Selâm, Allahü teâlânın isimlerindendir. (Camiu li-Ahkâm)

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Allahü teâlâya kavuşmak, âhirette vadedilmiştir ve Allahü teâlânın kulundan rızası, âhirette belli olacaktır. Hak teâlâ, dünyayı sevmez, âhireti sever. Sevilmeyen, sevilenle hiçbir şeyde bir tutulamaz, çünkü sevilmeyenden yüz çevrilir, beğenilene dönülür. Beğenilenden yüz çevirmek, Allahü teâlânın davet etmesine ve beğenmesine karşı gelmektir. (Allahü teâlâ, Dar-üs-selama çağırıyor) mealindeki âyet-i kerime buna şahittir. (1/302)


El-Mü'min ismi

Sual: Esma-i hüsnadan olan El-Mü’min isminin mânâsı nedir?

CEVAP
Mümin kelime olarak, inanan demektir. Bu mânâ kullar içindir. Allah için olan mânâ, gönüllere iman veren, kendisine güvenenlere emniyet sağlayan ve ferahlık bahşeden demektir. Mümin ismi, kulun en seçkin ve en şümullü ismidir. Cenab-ı Hak kulunu o kadar seviyor ki, kendine mahsus olan ismi kuluna vermiştir. Tam anlamıyla müminlik sıfatlarını taşıyan insan için, dünyada ve âhirette sıkıntı yoktur. Sırat köprüsünden geçerken, Cehennem seslenerek, (Geç ey mümin, senin nûrun, benim nârımı söndürüyor) diyecek. Müminin derecesi bu kadar yüksek olacaktır. (Mecmuat-ül-ahzâb)

İmam-ı Kurtubi hazretleri buyuruyor ki:
El-Mü’min ismi, dostlarını azaptan, kullarını zulümden emin kılan demektir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allah onları korkudan emin kılandır) buyurmuştur. (Kureyş 5)

Bu ismin bir mânâsı da, Resullerine mucizeler vermek suretiyle onları tasdik eden, müminlere vaat ettiği mükâfatı, kâfirlere de tehdit ettiği azabı vermek suretiyle, vaat ve tehdidini doğru olarak gerçekleştiren demektir.

İmam-ı Mücahid buyurdu ki:
El-Mü’min, kendi zatını, kendisinden başka hiçbir ilah olmadığını bildirerek tevhid edendir.

İbni Abbas hazretleri de buyurdu ki:
El-Mü’min, kıyamette tevhid ehlini ateşten çıkaracak olan demektir. Allahü teâlâ onlara, (Sizler Müslümanlarsınız, ben de es-Selâm’ım. Sizler müminlersiniz, ben de el-Mü’min’im) buyuracak ve bu iki ismin bereketiyle onları Cehennem ateşinden çıkartacaktır. (Cami-ul-ahkâm)

El-Azîz ismi

Sual: Esma-i Hüsna’dan olan El-Azîz isminin mânâsı nedir?

CEVAP
Azîz, (Her zaman izzet ve şeref sâhibi, galip, benzeri olmayan, karşı gelinemeyen) demektir.

Kur’an-ı kerimde 91 yerde geçmektedir, fakat hiçbir yerde tek başına zikredilmemiş, daima Esma-i Hüsna’dan diğer bir isimle beraber söylenmiştir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Bilin ki, Allah Azîz’dir, Hakîm’dir [hikmet sâhibidir].) [Bekara 209]

Rahman, Kuddus, Müheymin ve Hâlık gibi yalnız Allahü teâlâya mahsus olan isimleri insanlara isim yapmak haramdır. Reşid, Azîz gibi, Allahü teâlânın sıfatları olan isimleri, mecaz mânâlarıyla insanlar için de kullanmak caiz ise de, edebe yakışmaz. (Müslim şerhi, Hadika, S. Ebediyye)

El-Müheymin ismi

Sual: Esma-i hüsnadan olan El-Müheymin isminin mânâsı nedir?

CEVAP
Her mahlûkun ömrünü, amelini, rızkını, ecelini, nefeslerini, sözlerini bilen, gören, onların bütün hâllerinden haberdar olan demektir. Allahü teâlânın ismi olarak Kur’an-ı kerimde bir yerde geçmektedir. O âyet-i kerimenin meali:
(Allah’tan başka ilah yoktur. O, Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Azîz’dir, Cebbâr’dır, Mütekebbir’dir. O, müşriklerin şirkinden de münezzehtir.) [Haşr 23]

Abdülganî Nablüsî hazretleri, (Müheymin yalnız Allahü teâlâya mahsus isimlerden olup, bunu insanlara isim olarak koymak haramdır) buyuruyor. (Hadika)

(Allah gaybı bilmez) diyorlar


Sual: Bid’at ehlinin bir kısmı, kerameti inkâr ediyorlardı, bir kısmı da mucizeleri inkâr edip, (Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez) diyorlardı. Bazıları, daha da ileri giderek, (Allah da gaybı bilmez) demeye başladı. Sanki Kur’ana inanıyorlarmış gibi, (Âl-i İmran 140, Tevbe 16 âyetleri delilimizdir. Allah da ileride olacak şeyleri, gaybı bilmez) diyorlar. Allah'ın gaybı bildiğine dair açık âyetler yok mudur?

CEVAP
Elbette vardır, hem de çoktur. Ancak önce ateistlerin benzer düşüncelerini bildirelim. (Allah, insanların Cennete veya Cehenneme gideceğini bilmiyor ki, dünyada onları imtihan etme gereği duymaktadır. Bilseydi elbette imtihana gerek kalmazdı) diyorlar. Ateistler, bunu Allah'a inandıkları için değil, belki cevap veremezler diye, Müslümanları zor durumda bırakmak için soruyorlar. Önce ateistlere, sonra reformistlere cevap verelim:


Allahü teâlâ, imtihan etmeden de kullarının ne yapacağını, hangi günahları işleyeceğini elbette bilir. İmtihanı kendisi için yapmıyor, insanlar için yapıyor. Mesela Allahü teâlâ, ateiste, (Ben biliyorum ki, sen zaten inanmayacaktın, onun için seni Cehenneme attım) deseydi, ateist, (Suçum yokken, imtihan edilmeden, beni cezalandırmak adaletsizliktir. Beni dünyaya gönderin, iyi ameller işleyeceğim) demez miydi? Ateistin ve diğer kâfirlerin böyle diyememeleri için, onlar dünyaya getirilmiş, onlara akıl verilmiş, iyi ve kötü yol gösterilmiştir. Böylece itiraz edecekleri bir mazeret bırakılmamış oluyor.

Peki gayb nedir? Bunu da bildirelim: Kaybolmuş, saklanmış veya yeri bilinmeyen varlıkları, binlerce yıl önce nelerin olduğu, binlerce yıl sonra nelerin olacağı [mesela Kıyametin ne zaman kopacağı] gibi hususlardan duygu organlarıyla, hesapla, kitapla, tecrübeyle veya herhangi bir alet vasıtasıyla anlaşılmayan şeylere gayb denir. İşte bu gaybı ancak Allah bilir. Kur'an-ı kerimde, Allahü teâlâ için (Âlim-ül-gayb) ve (Allâmül-guyûb) ifadeleri geçer. Birincisi (Gaybı bilen), ikincisi de (Gaybları en iyi bilen) demektir. Hâşâ gaybı bilmeyen nasıl ilah olur?

Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(De ki: Gaybı bilmek Allah’a mahsustur.) [Yunus 20]

(Allah’ın, gaybları en iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?) [Tevbe 78]

(Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir.) [Hud 123, Nahl 77]

(De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.) [Neml 65, Hucurat 18]

(Gaybın anahtarları, Allah'ın katındadır. Onları ancak Allah bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek tane, yaş ve kuru her şey Allah'ın ilmindedir.) [Enam 59]

(Allah size gaybı bildirmez, fakat dilediği resulüne bildirir.) [Âl-i İmran 179]

(Allah gayba kimseyi muttali kılmaz, ancak dilediği resul müstesnadır.) [Cin 26, 27]

(Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir.) [Lokman 34]

Gaybın en önemlilerinden biri de kalblerden geçen düşünceleri bilmektir. Allahü teâlânın kalblerden geçenleri bildiğine dair birçok âyet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(İnsanı ben yarattım ve nefsinin kendisine fısıldadığını [ne düşündüğünü] bilirim. Ben ona şah damarından daha yakınım.) [Kaf 16]

(Allah onların kalblerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.) [Neml 74]

(Elbette Allah kalblerin içindekini hakkıyla bilir.) [Âl-i İmran 119]

(Allahü teâlâ, kalblerinizde ne varsa hepsini bilir.) [Âl-i İmran 154]

(Onlar, ağızlarıyla, kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Hâlbuki Allah, onların kalblerinde gizlediklerini elbette bilir.) [Âl-i İmran 167]

(Onların kalblerinde olanı Allah bilir.) [Nisa 63]

(Allah kalblerde olanı bilir.) [Enfal 43, Zümer 7, Tegabün 4]

(Allah kalblerde olanı bilendir.) [Hud 5]

(Gizli veya açık konuşsanız da fark etmez; O, kalblerde olanı bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13, 14] (Bu âyetin tefsirinde bildirildiğine göre, müşrikler birbirine, “Aman yavaş konuşun, Muhammed'in tanrısı işitmesin” derlerdi. Çünkü Allahü teâlâ vahiyle onların bütün sırlarını, gizli konuşmalarını Resulullah'a bildirirdi, bu sırları meydana çıkınca, “Yavaş konuşalım” derlerdi. (Celaleyn, Medarik)

Demek ki mezhepsizler, bu kadar âyet-i kerimeyi inkâr edecek hâle gelmişlerdir. Kur’ana inanmadıkları hâlde, sanki inanıyormuş görünen reformistlerin bildirdikleri âyet-i kerimelerin mealleri şöyledir:
(Eğer siz [Uhud'da] bir yara almışsanız, [size düşman olan] o topluluk da [Bedir'de] benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürürüz [mağlubiyeti de, galibiyeti de biz veririz.] Allah, zulmedenleri sevmez.) [Âl-i İmran 140]

(Allah'ın, içinizden [ihlasla] cihad edenleri ve Allah'tan, Resulünden, müminlerden başka kimseye sığınmayan ve başkaca sığınacak bir yer aramayanları ortaya çıkarmadan, sizi kendi hâlinize bırakacağını mı [Allah'ın bunları bilmediğini mi] sanıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.) [Tevbe 16]

Reformistlerin görüşleri, ateistlerin, (Tanrı her şeyi biliyorsa bizi niye imtihan ediyor? Demek ki her şeyi bilmiyor) demelerine benziyor. Yukarıda açıkladığımız gibi, Allahü teâlâ, imtihan etmeden de kullarının ne yapacağını, hangi günahları işleyeceğini elbette bilir. İmtihanı kendisi için yapmıyor, insanın ne yaptığını bizzat kendisinin görmesi için yapıyor. Melekler, yapılan işleri, tâbiri caizse videoya alıyorlar, böylece şahitler çoğalıyor. Yaptıklarını inkâr edecek durum kalmıyor. Mezhepsizlerin bildirdiği Âl-i İmran sûresinin 140. âyet-i kerimesinde de, gerçek müminlerin bizzat kendilerince ve diğer insanlarca da bilinmesi için, Allahü teâlâ savaşı bazen kazandırıyor, bazen kaybettiriyor.

Tevbe sûresinin 16. âyet-i kerimesinde, savaşa katılıp Allah için cihat edenlerle etmeyenlerin bizzat kendilerince ve diğer insanlarca da bilinmesi için savaşı emrediyor. Sonunda da, (Allah yaptıklarınızdan haberdardır) buyuruyor. Yani Allah sizin hâlinizi biliyor. Bu hâlinizi kendinizin ve diğer insanların da bilmesi için savaşa gitmenizi emrediyor. Mezhepsizlerin, hâşâ Allah bu durumları bilmediği için, bu durumları öğrenmek maksadıyla savaşı emrettiğini söylemeleri ne kadar çirkindir.

Gaybı, Allahü teâlâ peygamberlerden istediklerine bildirdiği gibi, evliya zatlardan da istediklerine bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı gaybları haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandır.) [Buharî, Müslim]

Hazret-i Ömer’inki gibi başka evliya zatlardan da birçok keramet görülmüştür. Kur’an-ı kerim bunu bildirmektedir. (Neml 38-40, Meryem 24, Âl-i İmran 37, Kehf 17,18)

Resulullah'ın “sallallahü aleyhi ve sellem” gaybdan haber verdiği birçok mucizeyi inkâr küfür olduğu gibi, âyet-i kerimelerle sabit olan evliya zatların kerametlerini de inkâr küfür olur. Hâşâ Allah için gaybı bilmez demek ise katmerli küfür olur.

Allah hayâ eder mi?


Sual: Hayâ etmek, utanmak demektir. Utanmak, gülünç olacak bir duruma düşmekten korkmak, sıkılmak, mahcup olmak, çekinmek gibi mânâlara geldiğine göre, (Allah utanır demek) caiz midir? Allah kimden çekinecek, kimden korkup sıkılacak?


CEVAP
Allah'ın hayâ etmesiyle insanların hayâ etmesi farklıdır. İnsanın hayâ etmesi, sıkılmak, çekinmektir. Fakat Allah'ın hayâ etmesi, o işi, kerimine, ihsanına yakıştırmamaktır. Mesela insanların görmesiyle, işitmesiyle ve bilmesiyle Allah’ın görmesi, işitmesi ve bilmesi çok farklıdır. Allahü teâlânın görmesi, ezelî ve ebedîdir. Her zaman, her şeyi görür. Vasıtasız, aletsiz devamlı görür. İnsanın görmesi böyle değildir, çok sınırlıdır. Allah'ın görmesi gözle, işitmesi kulakla değildir. Geçmişi, geleceği, olmuşu ve olacağı, gizli açık her şeyi bilir ve görür. Görmesine hiçbir şey perde olamaz. Bunun için Allah'ın hayâ etmesiyle insanların hayâ etmesi çok farklıdır, sadece isim benzerliği vardır.

Hayâ etmekle ilgili bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ey iman edenler! Peygamberin evine çat kapı girmeyin ve yemeğe izin verilmedikçe de girmeyin! Çağrılırsanız gidin! Yemek yenince de hemen dağılın! Sohbete de izinsiz gitmeyin! Çünkü bu hâliniz Resulümü üzüyor, ama hayâ ettiği, yani utandığı için size söyleyemiyor. Fakat Allah, gerçeği söylemekten hayâ etmez.) [Ahzab 53]

Hayâ etmekle ilgi hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Allahü teâlâ, çok hayâ ve kerem sahibidir. Kendisine açılan elleri boş çevirmekten hayâ eder.) [Tirmizî, Hâkim]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Habibimin isminde olan Müslümana azap etmeye hayâ ederim.) [Taberanî]

(Cennete gidecek bir mümin ölünce, Allahü teâlâ, onun cenazesini taşıyana, arkasından gidene ve onun namazını kılana azap etmekten hayâ eder.) [Deylemî]

(Allahü teâlâ, İslamiyet’te yaşlanan kuluna azap etmeye hayâ eder.) [Hatîb]

(Allahü teâlâ buyuruyor ki: İhtiyarlık benim nurumdan bir nurdur. Muhakkak ki, ben nuruma narımla azap etmekten hayâ ederim.) [Ebu-ş-Şeyh]

(Allahü teâlâ, bir kavmi, bir topluluğu mağfiret ettiği hâlde, onların içinden biri mağfiret etmemekten hayâ eder.) [Ebu-ş-Şeyh]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben hayâ ederim, kulum bana elini kaldırır da ben onu nasıl boş çevireyim?) [Hâkim]

(Allahü teâlâ, buyurdu ki: Bir kulumun bedenine, çocuklarına veya malına bir musibet verdiğimde, bunu güzel bir sabırla karşılarsa, Kıyamet günü onun için bir mizan kurmaktan veya bir hesap defteri açmaktan hayâ ederim.) [ Hakîm-i Tirmizî]

(Allah, çok hayâ sahibi ve çok ayıp örtücüdür. Utananı ve örtünmeyi sever. O hâlde yıkanırken avret yerinizi örtün!) [Ebu Davud]

Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâ, yemin ederek, “Müslüman olarak ihtiyarlayana azap etmekten hayâ ederim” buyurdu) dedikten sonra, kendisinin ağladığı görüldü. Sebebi sorulunca, (Allahü teâlâ, kendisine azap etmekten hayâ ettiği hâlde, Ondan hayâ etmeyip isyan eden için ağlıyorum) buyurdu. (Beyhekî, Hatîb])

(Bilesiniz ki Allah gerçeği söylemekten hayâ etmez.) [Tirmizî]

(Çok dostunuz olsun; çünkü Rabbiniz kerimdir. Kıyamette dostları arasında bulunan kuluna azap etmekten hayâ eder.) [Şir’a şerhi]

Kaynak  dinimizislam.com

ads

FacebookTwitterPinterestTumblrYazdır
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

2 yorum:

  1. Tesbih cekerken, bos bos sallamak yerine bu isimleri zikretmeliyiz bence.

    YanıtlaSil
  2. Tesbih çekerken her birini 10'er defa çekmenin çok büyük sevabı vardır.Konu için teşekkürler.

    YanıtlaSil

Lütfen konuyla alakasız yorumlardan kaçının. Sadece link almak amaçlı ( spam ) yorumlar yazmayınız. ( anında silinir ). Argo, küfür, siyasi vb. içerik barındıran yorumlar yazmayınız.

Not: Yorum yapabilmek için (yorumlama biçiminden) Anonim ( isimsiz olarak ) veya Adı/URL'yi ( Adı ( gerekli ) / URL ( kısmını boş bırakınız ), fonksiyonlarından seçim yaparak yorumlarınızı yazabilirsiniz.

Ancak Google + profili ile yapılan yorumları onaylamıyorum bilginize. Yorum yaparken Adı/URL kısmından yaparsanız sadece isim yazmanız yeterli. Site adresi, URL eklerseniz yorumunuz onaylanmaz.