
Zifiri karanlık çöktükçe çöküyordu.
Gecelerin bu hali, sabahların pek yakın olduğunun habercisiydi.
Bir güzel söz, bu gerçeğin ifadesiydi:
"Çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur."
Başka bir gerçek ise şunları ifade ediyordu: "Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra ise bir nehar gelecektir."
"Osmanlı cihan devleti artık bitiş ve tükeniş halindeydi. Mukaddes İslamiyetin ebedi düşmanı Moskof keferesi, doğudan ve batıdan, İslam ülkesine saldırı halindeydi.
Bu an ve zamanda ışıkların vatanından, doğudan yeni bir gün doğuyordu. Ahir vakitte nur çağı başlıyordu.
Ebedi ve sonsuz bahtiyarlığın timsali Said geliyordu dünyaya.
Nuriye'den, Nurs'lu, Hazret-i Nursi merhaba diyordu eflake..
Gelecek günlerin Said'ini karnında taşıyan Nuriye Hanımefendinin abdestsiz yere bastığı görülmüyordu. Bu hal mutlu yavrunun dünyaya gelişiyle de devam ediyordu. Sofi Mirza Hazretleri'nin nurlu Huriye'si Said'i abdestsiz hiç emzirmiyordu.
Hazret-i Said'in şehla ve ceylan gözleri, bakanları korkutuyordu. Gözlerindeki heybet o günlerde bile görülmeye başlamıştı. Daha sonraki zamanlarda heybetli bakışlar, levent bir endamla mütenasip olmuştu. Bu tenasübü Denizli'nin veli edibi gönül sesi olarak şöyle ifade etmeye çalışıyordu:
Boyun bala gözün şehla, gören Mecnun seni Leyla
Söz'ün ferşde, gönül meftun, sana sana
Nikabın nur, nigahın nün, kitabın nur, senin ey Nur !
Bağın Nursi, huyun munis, özün , idris, ferd-i yekta..
Beklenen günler geliyordu. Nurs bağının gülleri açılacak ve yine her yerde miskler gibi tüterek, bu güzel rahiyanın kokusu sevgili vatanımdan, bütün dünyaya yayılacaktı.
Daha küçükken bir arayışın, bir yeniliğin peşindeydi. Nurs köyünün bir bahar gecesinde ay tutulmuştu. Geleceklerin büyük ruhlu insanı, annesi Nuriye Hanımefendiye sormuştu: Ana neden ay böyle oldu? Nuriye ana: "Yılan yutmuş! "diyerek, meseleyi kapatmak istiyordu. Ama yarınların dehasını ikna etmek mümkün değildi. Deha sahibi Said; "Daha görünüyor "diye aynı tam olarak kaybolmadığını anlatıyordu. Nuriye Hanım anne: "Yukarıda yılanlar cam gibi olup içlerinde bulunan şeyi gösterirler."
İmam Nursi, bu temsil ve teşbihin gerçeği Ondördüncü Lem'a ismini verdiği bir şaheserinde meselenin mahiyetini anlatarak, yıllar önceki çocukluk hatırasındaki benzetmeleri isbat ediyordu. Çünkü büyük dehalar, sıradan insanlara nisbetle çok önceleri meseleyi daha çabuk kavrayıp öğrenerek, ilim-irfanlarını hedeflerini istikametine çevirirler.
Sonra dahilerin halleri de birbirlerine benzemektedir.
Edison gibi bir ampul ustası da, tıpkı Hazret-i Said gibi üç aylık bir tahsil görerek ayrılıyordu mektepten.
Hazret-i Said, belinde hançeriyle dolaşıyordu. Babası Sofi Mirza Efendi'nin ceviz bahçesinde, ağaçlara güzel ismini oyarak, Said ismini daha o çocukluk günlerinde ebedlere taşıyordu. Elinde oynadığı bir minik ceviz kaybolduğu anlarda da, Geylani Hazretlerini yardımına çağırıyordu:
"Ya Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim kaybolan cevizimi buldur!..
Her zaman, her yerde olduğu gibi büyükleri çekemeyenler çok olur. Onları kıskananlar her zaman bulunur. Dört kıskanç bir olup, Büyük Ruhlu Said'i vurmak ve dövmek istedikleri zaman: "Benimle döğüştüğünüz zaman dörder dörder gelmeyin, ikişer ikişer gelin! " diyerek, yine onlara meydan okuyordu... Devamı için TIKLA
Yazar: Necmeddin Şahiner
Hatıralarda Bediüzzaman - Vural Yayıncılık
ads
Hiç yorum yok: