Sinemanın özünde olmasa da, yan cebinde tuttuğu bir şeydir sahiplenmek, sevgili arkadaşlar. Sahiplenmek derken dostunu kollamak, düşmana yedirtmemek gibi şeylerden bahsetmiyorum elbette. Komşunun tavuğuna göz dikmek, tarlanın sınırını genişletmek, misafir gittiği evin çocuğunun oyuncağına çöreklenmek gibi bir sahiplenmek sinemanınki. Evet sinemayla güzel sahiplenmeler de mümkün ama konumuz hinlik, sinsilik, 'üçkağıtçılık' sanatı bu sefer. "Nasıl Yani?" derseniz, konuya önce iki dolaylı örnekle açıklayalım, ardından doğrudan meseleye toslayalım.
Birincisi, Haçlı Seferleridir. Zalim, gözünü kan bürümüş ordularla; mal-mülk ve para hırsıyla yapılan bu seferlerin gerçek mahiyetini artık batı bile kabullenmişken, sinemada halen 'Yiğit, inançlı, merhametli Haçlı!' mitosu devam etmektedir. Akademide yazılan çizilen şeyler henüz sinemayla yansıtılmamaktadır. Ne güzel de sahipleniyorlar ama...
Bir diğeri ise Oryantalizm, yani 'Hristiyan batından, doğuya batılıca bakış' sanatıdır. Filistinli Edward Said'in attığı çelmeden sonra bütün foyası meydana çıkıp üstü başı çamura bulanan bu akım, yaklaşım, bu kafa hali artık ne derseniz - akademide utana sıkıla kabul edilse de sinema tarafından taze kuş yavrusu gibi korunup kollanmaktadır. Müslümanlarla ya da 'doğu' ile hiç alakası olmayan bir filmde araya sıkıştırılan iki replikte dahi bunu başaran yüzlerce film bulabilirsiniz.
Doğrudan vereceğimiz örneklere gelince, bazı filmlerden hususi sahneler dikkat çekip yazıyı uzatmadan devam edelim:
Finlandiya ve Rusya sürekli savaşmış çok eski iki düşman ülke, iki ayrı kültürdür. Bir Fin icadı olan hafif ve ucuz 'deri top bataryası'nı 1642 isimli Rus yapımı bir filmde bir Rus icadı olarak izliyoruz. Neymiş, Ruslar iyi asker ve iyi mühendismiş, Finlilerse o devirde köylerinde buz kırıp balık avlıyormuş (filmde neden yoklar sanıyorsunuz)!
Başka bir sahiplenme kurnazlığı ise, batının medar-ı iftiharı seyyah 'Marco Polo'nun hayatını konu alan bir yapımdadır. Taa Çin'den İspanya'ya namı almış yürümüş, devrinin mühendislik harikası olan, karşıt ağırlıklı bir tür mancınık, yüzlerce yıldır literatürde 'Müslüman Mancınığı' olarak bilinir. Çinliler de, Moğollar da, Franklar da bu isimle anar. Çünkü mucidi Şamlı Müslüman alimler, mühendislerdir. Gelin görün ki bu yapımda 'tüccar' çocuğu Marco, bu mühendisleri emrine alıp, onların 'cahilce' itirazlarını dinlemeyip - hatta azarlayarak bu mancınığı icat ediyor. Sonra da gerçek tarihe göre kendisi henüz Çin'e varmadan iki sene evvel Moğollar tarafından yeryüzünden silinen bir şehrin kuşatmasına her nasılsa katılıp 'mancınık ağası' olarak şehrin alınmasında başrol oynuyor.
Neyse ki genç izleyici kitleler artık filmlerde ve dizilerde bu tür hilelere hemen kanmıyor! "Filancayı aslında filanlar buldu, falanca şeyi aslında falancalar yaptı, yemeyin bizi!" tarzı belgeci yaklaşımlarla bir tür karşı sahiplenme oluşturuyor. Henüz doğru dürüst bir film çekememiş olsak da kitap okumuyor değiliz ya!
Yazar: Ahmet Sözer
Kaynak >> genç okur aylık ilk gençlik dergisi "Semerkand"
Haçlılar merhametliymiş!
Birincisi, Haçlı Seferleridir. Zalim, gözünü kan bürümüş ordularla; mal-mülk ve para hırsıyla yapılan bu seferlerin gerçek mahiyetini artık batı bile kabullenmişken, sinemada halen 'Yiğit, inançlı, merhametli Haçlı!' mitosu devam etmektedir. Akademide yazılan çizilen şeyler henüz sinemayla yansıtılmamaktadır. Ne güzel de sahipleniyorlar ama...
Batılı kafası
Bir diğeri ise Oryantalizm, yani 'Hristiyan batından, doğuya batılıca bakış' sanatıdır. Filistinli Edward Said'in attığı çelmeden sonra bütün foyası meydana çıkıp üstü başı çamura bulanan bu akım, yaklaşım, bu kafa hali artık ne derseniz - akademide utana sıkıla kabul edilse de sinema tarafından taze kuş yavrusu gibi korunup kollanmaktadır. Müslümanlarla ya da 'doğu' ile hiç alakası olmayan bir filmde araya sıkıştırılan iki replikte dahi bunu başaran yüzlerce film bulabilirsiniz.
Bunlar çöreklenmeyi iyi bilir!
Doğrudan vereceğimiz örneklere gelince, bazı filmlerden hususi sahneler dikkat çekip yazıyı uzatmadan devam edelim:
Finlandiya ve Rusya sürekli savaşmış çok eski iki düşman ülke, iki ayrı kültürdür. Bir Fin icadı olan hafif ve ucuz 'deri top bataryası'nı 1642 isimli Rus yapımı bir filmde bir Rus icadı olarak izliyoruz. Neymiş, Ruslar iyi asker ve iyi mühendismiş, Finlilerse o devirde köylerinde buz kırıp balık avlıyormuş (filmde neden yoklar sanıyorsunuz)!

Başka bir sahiplenme kurnazlığı ise, batının medar-ı iftiharı seyyah 'Marco Polo'nun hayatını konu alan bir yapımdadır. Taa Çin'den İspanya'ya namı almış yürümüş, devrinin mühendislik harikası olan, karşıt ağırlıklı bir tür mancınık, yüzlerce yıldır literatürde 'Müslüman Mancınığı' olarak bilinir. Çinliler de, Moğollar da, Franklar da bu isimle anar. Çünkü mucidi Şamlı Müslüman alimler, mühendislerdir. Gelin görün ki bu yapımda 'tüccar' çocuğu Marco, bu mühendisleri emrine alıp, onların 'cahilce' itirazlarını dinlemeyip - hatta azarlayarak bu mancınığı icat ediyor. Sonra da gerçek tarihe göre kendisi henüz Çin'e varmadan iki sene evvel Moğollar tarafından yeryüzünden silinen bir şehrin kuşatmasına her nasılsa katılıp 'mancınık ağası' olarak şehrin alınmasında başrol oynuyor.
Neyse ki genç izleyici kitleler artık filmlerde ve dizilerde bu tür hilelere hemen kanmıyor! "Filancayı aslında filanlar buldu, falanca şeyi aslında falancalar yaptı, yemeyin bizi!" tarzı belgeci yaklaşımlarla bir tür karşı sahiplenme oluşturuyor. Henüz doğru dürüst bir film çekememiş olsak da kitap okumuyor değiliz ya!
Yazar: Ahmet Sözer
Kaynak >> genç okur aylık ilk gençlik dergisi "Semerkand"
ads
Her insanin kendi akli var bence, sinema yonlendirme amacli da olsa neyin ne oldugunu bilmeliyiz
YanıtlaSil