-->

Sponsor Alanı

Slider

İlgi Çeken Videolar

Sağlık

Teknoloji

Sinema

Televizyon

Ne Nedir?

En5 Konular

ads
» » » » » Bizde Hakikat Var!..

ads
ads
23 Nisan 1979 tarihinde Samsun'un büyük kazalarından biri olan Bafra'da bahtiyar ve mesut bir ihtiyarı ziyaret etmekten doğan bir huzur için de ayrılmaktayım... Gittiğimde kendileri küçük bir ayakkabıcı dükkanında oturmaktaydı.  Kendisi ile altı-yedi senedir tanışmaktaydım. Memletimden dönerken bir de şu abimizi ziyaret edeyim dedim...

Selam verip yaklaştığımda bana yer gösterip karşıdan kahveciye çay söyledi. Benim acele işim olduğu için hemen meseleye girip konuşmaya başladık... Risale-i Nur'ları ne  zaman tanıdıklarını ve Üstad'la görüşmelerinin olup olmadığını sordum. "1948 yılında


Bizde Hakikat  Var!..
İzmir'e kerametli bir şeyh aramaya gittim." diyerek konuşmaya başladı.

"İzmir'den arkadaşımla Alaşehir'e gittik. Orada yatsı namazından çıktığımda bir otelin önünde iki kişiye rastladım. Onlar da Şeyh'den bahsediyorlardı. Sordum:
- Yahu ben de bir şeyh arıyorum! dedim. Birisi:
- Falan yerde  filan şeyh, filan yerde falan şeyh vardır, diyerek bir kaç tane saydı. En sonunda:

- Afyon'a gidersin, Etfaiye kumandanını kucaklarsın O seni Emirdağ'ına gönderir. Emirdağ'ına gider, Şekerci Han vasıtasıyla Said-i Kürdi'yi bulursun" dedi. En yüksek onu gösterdi.

Biz o zaman Emirdağ'ına gidemedik. Bafraya geri döndük. 1950'de bir gece sohbet ederken Said Nursi Hazretleriin adı geçmişti. (Zikreden Hacı Kemal adında bir arkadaşımızdı). Ben de Alaşehir'de defterime bu ismi not etmiştim. 

Tam bu sırada alıma şöyle bir düşünce geldi; "eğer bu şeyh hakikaten büyük bir zat ise bizi yanına götürmeye bir adam göndersin ve bizi karşıdan selamlasın,"

Bundan sonra ben yanıma bir arkadaş bularak Emirdağ'ına gittik. Doğru Şekerci han'ına gittik. Sorduk hancı bizi kovdu. "Bu adamın ismini ananı dövüyor, yanına gideni hapsediyorlar" dedi. Oradan ayrıldık, kime sorduksa bizi korkutucu laflar söylediler.  Biz sanki sıtma tutmuş gibi duyduğumuz sözlerden korkudan titremeye başladık. Bir helvacı dükanında helva yedik.  Helvacı dükkanını tam karşısında perdesi olmayan büyük pencereli bir ev vardı. Giriş kapısı belli değildi. Biz o helvacı dükkanında konuşurken bir adam geldi ve işte o zat tam karşıda surda oturur; dedi. Ben de oraya gidiyorum; dedi. Sonra bizi arka tarafa bir terziye bıraktı. Biraz sonra rahmetli Zübeyir abi geldi. "Üstad sizi iki saat sonra kabul edecek" dedi. Lakin biz Üstad filan bilmiyoruz. Kerametli bir şeyh arıyoruz.

İki saat sonra yine o terzi dükkanına geldik. Zübeyir abi bizi aldı. Dükkana yakın bir kapıdan kilidi açıp merdivenlerden yukarı çok eski bir dershaneye yürüyerek dipteki kapıya götürdü ve kapıyı açtı. Biz selam verdik içeriye girdik elini  öptük. Büyük bir oda, kapıya yakın bir karyolada Üstad yatıyordu, odada kilim halı yok, pencerede perde yok. Bir tek soba vardı. Pencerenin önünde birde set vardı. Yalnız biz helvacı dükkanından çıkarken dikilmiş bizi üç defa iki eliyle selamıştı. Üstad, bizi kabul edip konuşmaya başladı: 

"Bizde tarikat yok, Bizde hakikat vardır. Risale-i Nur var" dedi.  Ben bu kitaplardan istedim. "Sen İnebolu'ya Küçük İbrahim'in yanına gidecek, Risale-i Nuru oradan alacaksın" dedi. Ben çok ısrar ettim. Baş ucunda ufak iki cüz; "Delailü'n-Nur ve hülasat-ül hülasa" isimli iki kitabı bana verdi. Gel evlat dedi, Zübeyir'i çağırdı. "Bak sen de gör" dedi. Göğsünü açtı. Sol memenin altında beşibirlik arma büyüklüğünde et ile deri arasında toplanmış bir şişlik vardı...  "Bana iğne, yemek ve çeşitli yollardan  14 defa zehir verdiler. İşte hepsi buraya  toplandı" dedi. 

Orası aynı ciğere yapışık öd renginde idi. Elini öptük çıktık. Zübeyir'le merdivenlerden inerken "Üstad sizi talebeliğe kabul etti" dedi. 

Bende vaktiyle çok şeyhleri ziyarete gittiğimde ve dönüşümde İstanbul'a gidip Şemseddin Yeşil'i dinler ve kitaplarından alırdım. Zübeyir: "Üstad Şemseddin Yeşil'i tard etti" dedi. Birden bu kelimeler tuhafıma gitti. Çünkü ben onlara ne Şemseddinden ne de başkasından söz etmemiştim.  Buda kerametin başka bir şekli diye düşündüm. Tekrar oradan ayrılıp kahveye doğru gittik. Otururken Zübeyir abi geldi. Sen mutlaka İnebolu'ya gideceksin dedi. B en gün çalışıp gün yiyenledenim. Öyle uzun boylu gezecek param yok dar gelirliyim. 8-10 nüfus var.

Kayseri yoluyla gelirken Kayseri'de büyük bir camide Üstadın verdiği kitapları okudum. Herhalde Risale-i Nurlar Bunların manasıdır dedim. Bafra'ya geldikten birkaç hafta sonra İnebolu'ya gitmek üzere vapura bindik, hareket ettik. Bir fırtına bir yağmur... Sanki denizi bizi alt-üst edecek şekilde İnebolu'ya yolcu çıkarması tehlikelidir. Vapur derhal Zonguldak'a hareket edecek dediler. Yağmur bakraçtan boşanırcasına yağıyordu. Hakikaten inmenin imkanı yok gibi idi. Ben can sıkıntısı ile vapurun makine dairesi isimli boruları üzerine sıcak olduğu için oturup: "Yarabbi, benim param ancak İnebolu'ya gidip gelmek üzere benim halim sana malüm, ne için geldiğim de malum. Bana Abdülkadir-i Geylani ve sevgili kulların hürmetine bir sebep halket" derken bir insan İnebolu'ya giden varsa gelsin, dedi. Ben de onunla iskelenin başına geldim. Aşağıdaki motor bir inip bir çıkıyor. İnmenin imkanı yok. Bu Vaziyette iken bir kuvvet beni motora attı. Motor beni doğru dışarıya rıhtıma bıraktı. Sanki motor hususi olarak benim için gelmiş. Yağmur parçalarımdan akarak rıhtıma bir  kahveye girdim. Üzeri otelmiş. O gece orada yattım. Sabahtan bir hamalla İbrahim Fakazlı'nın evini sorup gittim. Buyur ettiler. Eve girdik. Bir kaç kişi daha gelmiş. Önüme bir rahle koyup büyük bir kitap getirip koydular. Aç oku bakalım, dediler. Kitabı orta yerinden açıp okumaya başladım. Tarikat bahsi çıktı. Yedi Telvih üzere tarikatı, hakikatı anlatan kitabı okudum. Ve onbeş seneden beri aradığımı buldum. Kitabı istedim vermediler. Biz Risale-i Nurları göndeririz dediler. Bafra'ya döndükten sonra Risale-i Nur eserleri ufak cüzlerden başlıyarak  sandık sandık bütün külliyat geldi. Biz de o korkunç zamanlarda gelen kitapları memleket dahilinde ve haricinde katıp dağıttık. Posta ile altını üstünü elma ile doldurup elma gönderiyormuş gibi Risaleleri gönderdik. 

Üstadı gördükten iki sene sonra aklıma şunlar geldi: ben üstadın yanına gitmek için o zaman bize birisini göndermesini ve bizi selamlamasını  düşünmüştüm; kalbimden öyle geçmişti. İki sene sonra üstada gittiğimizde bizi yanına götürmek için adamı gelmiş ve üstad pencereden bizi selamlamıştı. Bu hadiseden tam iki sene sonra bu kerametlerin zuhurunu anladım. Ve Risale-i Nurları okumaya devam ettik. 

1953'de üstadın bir talebesi Samsun'da hapsedilmiş dediler. Gittik görüştük. İsmi Mustafa SUngur imiş. Biz Reşad Faydalı isimli Emirdağ'lı arkadaşımla birlikte Mustafa Sungur'un bütün ihtiyaçlarını temin etmek üzere Salı günü arkadaş, Cuma günü ben giderdim.  İçerde Mustafa Sungur'a sopa atmak isteyenler olmuş. O'nu himaye etmek isteyenler de bulunmuş. İki grup arasında dövüş çıkmış. Bıçaklanıp yaralanan olmuş. İçeri giren jandarma ve savcılar arama yapıp bizim götürdüğümüz kitapları bulmuşlar. Savcı, gardiyanlara "bu kitapları getirenleri yakalayın" diye tembih etmiş.  Mustafa Sungur: "Eyvah yarın bunlar gelip yakalanacak" sıkıntısı içinde imiş. Burada İbrahim Fakazlı abi İnebolu'da imiş. İnebolu'da rıhtıma gidip gezerken vapurun geldiğini görmüş vapur Samsun'a gidiyormuş. Şu vapura atlayıp Mustafa Sungur'u Samsun'a ziyarete gideyim, demiş. Samsun'a gelip hapishaneye gittiğinde gardiyanlar yasak demiş. Müdürün yanına gitmiş. Müdür odasının yanındaki odaya Sungur'u çağırtıp görüştürmüş. Mustafa Sungur "Kardaşım! Seni Allah gönderdi. Bu bir ziyaret değil, bir hizmettir. Acele Bafra'ya git Muammer'i bul. bize yemek filan hiç bir şey getirmesin" demiş. İbrahim Fakaslı gelip durumu bize anlattı. Ve derhal İnebolu'ya gitti. Biz mahkemede olup bitenleri yazıp Üstad'a İstanbul'a gönderiyorduk. Hatta sungur abi mahkemeye de gelmesin demiş. Sungur'la beraber  yatan Büyük Cihad Gazetesi Mesul Müdürü Hüseyin Yücel Bafra'nın bir nahiyesi olan Engiz'de oturuyordu. Biz yemekleri alır. Hüseyin Yücel'in anasını yanımıza arabaya alır..Hapishanenin yanına kadar araba ile beraber giderdik. Yemekleri Hüseyin Yücel'in anası ile gönderirdik.  Hapishaneden istediklerini  kağıda yazarlardı.  O bize getirir biz de onları karşılardık. Bafra'ya geldiğimizde durumları öğretmen Şinasi Bey kardeşimize ben söyler o yazar. Üstad'a gönderirdik.  Üstad ise "bundan sonra mahkemeye sen gidip orada cereyan eden hadiseleri bizzat kendin yazıp göndereceksin" dedi. öyle yaptık.

Son mahkeme hadisesini ben alıp İstanbul'a götürdüm. Muhsin Alev beni İstanbul'da Üstad'a getirdi. Mektubu verdim. "Üstadım, biz cahiliz, bize bazı şeyler öğretecek bildirecek birisini göndersende bize bir şeyler öğretse" dedim. Bediüzzaman Hazretleri, "Mustafa Sungur'u size verdim." dedi. Mustafa Sungur da bir kaç ay sonra çıkıp memleketine gitti. Birkaç ay sona ise Mustafa Sungur bu sefer Subay olarak Samsun'a geldi. Ev tuttuk. her gece beraber oturur ders yapar, gündüz o askerlerin yanına biz Bafra'ya dönerdik.

Üstadımızın "Mustafa Sungur'u size verdim" dediği de böyle oldu. Bu müddet zarfında Küçük Sözler'i bastırıp kartondan bir kapak yaparak elimizle diktik. Sungur beni Üstad'a (Isparta'ya) gönderdi.

Mübarek ve ak yüzlü Muammer abinin yanından bütün Nur talebelerine ait olan dualarıyla birlikte ayrıldım. 


Yazar: Necmeddin Şahiner

Hatıralarda Bediüzzaman - Vural Yayıncılık



ads

FacebookTwitterPinterestTumblrYazdır
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

Yorum Yazmak İçin Aşağıdaki Seçenekleri Kullanınız


Lütfen konuyla alakasız yorumlardan kaçının. Sadece link almak amaçlı ( spam ) yorumlar yazmayınız. ( anında silinir ). Argo, küfür, siyasi vb. içerik barındıran yorumlar yazmayınız.

Not: Yorum yapabilmek için (yorumlama biçiminden) Anonim ( isimsiz olarak ) veya Adı/URL'yi ( Adı ( gerekli ) / URL ( kısmını boş bırakınız ), fonksiyonlarından seçim yaparak yorumlarınızı yazabilirsiniz.

Ancak Google + profili ile yapılan yorumları onaylamıyorum bilginize. Yorum yaparken Adı/URL kısmından yaparsanız sadece isim yazmanız yeterli. Site adresi, URL eklerseniz yorumunuz onaylanmaz.