-->

Sponsor Alanı

Slider

İlgi Çeken Videolar

Sağlık

Teknoloji

Sinema

Televizyon

Ne Nedir?

En5 Konular

ads
» » » Neden Yaşlanıyoruz? Hiç Merak Ettiniz mi?

ads
ads
Bilim Felsefesi
Doğum, büyüme, yaşlanma ve ölüm” gibi, her canlının başından geçmesi mukadder olan hadiselere karşı, bitkiler ve hayvanlar gibi insanın da yapacağı bir şey yoktur. Akıl ve şuur gibi başta gelen birçok his ve lâtifelerimizle diğer canlılardan farklı olmamıza rağmen, yaşlanma ve ölüm gibi ilahi emirlere boyun eğme hususunda diğer canlılardan farklı değiliz.

Ölümden kaçmak mümkün olmasa bile acaba ihtiyarlığın önüne geçilebilinir mi? sorusuna cevap arayan araştırıcıların çok büyük bir kısmı, ihtiyarlığın da engellenemeyeceği hususunda hemfikirdirler. Ancak moleküler biyoloji, biyokimya ve fizyoloji bakımından yapılan laboratuar çalışmaları yanında, yaşlı ve gençlerin müşahedelerine dayanan çeşitli araştırmalar, gençlikten ihtiyarlığa geçişin mümkün olan en az zararla atlatılabileceği hususunda çok ümitliler. “Bir ayağı çukurda” denilen çağlarında bile insanın gençlik faaliyetlerinden çok fazla şey kaybetmeden, sıkıntısız ve kimseye yük olmadan, hastane köşelerinde sürünmeden, ölümü gülerek karşılayabileceği hususundaki çalışmalar gün geçtikçe yeni buluşlarla daha da hız kazanmaktadır.

İşin en hayret verici yanı ise; yaşlanma hususunda yapılan bütün çalışmaların neticesi, İslamiyetin Kur’an ve Hadis gibi çok sağlam iki kaynağından gelen bilgilerle ittifak halindedir. Az yemekten tutun da, içki ve uyuşturucu gibi yasaklara riayet, yürüme, uyuma, oturup kalkma, ibadet gibi günlük hayatımıza ait fiili hareketlerimizden, ruh dünyamıza ait kanaat, iktisat, dengeli hayat, tefekkür, sabır, hoşgörü gibi inanan insanda bulunması gereken birçok hasletin, temelde vücut sıhhati ve sıkıntısız yaşlanma hususunda en esaslı düsturlar olduğu hergün yeni bir araştırma neticesinde ortaya çıkarılmaktadır.

Atalarımızın “Az ağrı âsân ölüm, tekmil iman, Kur’an” şeklinde hulasa ettiği hayat tarzının birinci kısmı olan “az ağrı ve âsân ölüm” arzusu, bugün batıdaki ihtiyarlığı yavaşlatma ve kolaylaştırma mevzuundaki çalışmaların esasını teşkil etmektedir.

Yaşlanma üzerinde yapılan çalışmalarda önceleri yaşa bağlı ortalama kayıplar üzerinde durulup, neticede ortaya çıkan arıza ve hastalıkların tedavisine uğraşılmaktaydı. Daha sonraları beslenme, idman ve gençlikteki kötü alışkanlıkların tesirleri incelenmeye başlanmıştır. En son çalışmalar ise, “nasıl başarılı bir
yaşlanmaya geçilip, ihtiyarlık kolay geçirilir?” sorusuna cevap arar mahiyettedir.

Yaşlanma hususunda genetik yapının ehemmiyeti hiçbir zaman ihmal edilemez. Yani daha ana karnındayken ‘kader kalemi” ile yazılmış DNA programımızdaki ihtiyarlık çağının erken veya geç başlamasına ait biyolojik bilgiyi, hiçbir zaman değiştiremeyiz. Ebeveynimizden aldığımız yaşlanmaya ait genetik bilgiler, zamanı geldiğinde hadiseyi başlatmak üzere tetiğin çekilmesiyle kuvveden fiile çıkmaya başlar. Fakat bu genetik program bize göre mutlak olmayıp, şartlara bağlı olarak hızlı veya yavaş cereyan edebilir. Dolayısıyla ebeveyninden hızlı yaşlanma genlerini alan birisi, dikkatli ve titiz bir hayat programlayarak emsallerinden daha geç yaşlanabilir veya tam aksine ebeveyninden yavaş yaşlanma genlerini alan bir kimse çok kötü ve gayr-i meşru bir hayal sürerek emsallerinden daha erken yaşlanabilir.

Yaşlanma meselesini incelerken akla gelen ilk soru “normal yaşlanmanın ne olup olmadığıdır. Bu yüzden, sadece yaşlanmaya bağlı değişiklikler ile; hastalıklara bağlı değişikliklerin birbirinden çök iyi ayırt edilmesi gerekir. Bunun için belli bir hastalıktan dolayı arızaları ortaya çıkanları ayırıp, sadece yaşa bağlı fizyolojik davranışların teşhisi için çok dikkatli çalışmalar yapılmış ve “normal yaşlı” tipi ortaya konulmuştur.

Birçok ilmi araştırmada olduğu gibi başlangıçta daha çok laboratuar hayvanlarından bilgi temin edilmeye çalışılmıştır. Kemirici hayvanlarda fazla beslenmeye bağlı olarak kalori alınmasının artışı, hayat müddetini farkedilir şekilde azaltmıştır. Fakat beslenmedeki bu azalmanın ömrü uzatmadaki mekanizması hala izah edilememiştir. Daha sonra insanlar arasındaki müşahedeler de benzer neticeleri vermiş ve ihtiyaçlarından fazla kalori almayanların (yani sofradan tam doymadan kalkan ve acıkmadan yemeyenlerin) daha zinde olup daha uzun yaşadıkları tespit edilmiştir.

Yaşlanma hakkındaki en birinci mekanizma olan genetik program, yaşlanmayı nasıl başlatıyor? Bu soru, şu anda birçok genetik laboratuarının üzerinde çalıştığı önemli bir mevzu olup, aydınlanan bazı yönlerinden anladığımıza göre yaşlanma, normal çalışan DNA programındaki bir kesintiyle başlamaktadır. Daha sonra vücut- ta iş gören bazı hususi enzimlerin ve DNA’nın zarar görmesiyle de yaşlanma hızlanır. Buna paralel olarak hormon seviyelerindeki azalmalar, muafiyet sisteminde arızalar çıkmaya başlaması ve serbest oksijen radikalleri diye bilinen son derece tahrip edici moleküllerin artmasıyla, yaşlılık belirtileri iyice kendini göstermeye başlar.

Bu durumda yaşlanmayı ortaya çıkaran ve daha biz doğma-dan ebeveynimizden kader kalemiyle yazılmış olarak aldığımız “gerantogen” 1erin (yaşlılık genleri) mevcudiyeti, giderek kuvvet kazanmaktadır.

Eski çağlarda insan ömürlerinin çok daha fazla olduğu tahmin edilmesine rağmen günümüzde insan ömrü ortalama 75 yıl kabul edilir ve yaşlılık belirtileri de 45-50 yaşlarında görülmeye başlar. Vücudumuzun farklı organlarında farklı derecelerde görülen bu değişikliklerin bazıları şunlardır: Kadınlarda üreme sistemindeki durgunlukla (menapoz) beraber, rahim ve göğüs kanserlerinin artışı, osteoporosis (kemiklerin gözenekli hale gelerek zayıflaması) neticesi kemiklerde bozulmalar, 70-75 yaşlarından itibaren de kalb, akciğer ve böbrek fonksiyonlarında azalmalar görülür. Vücudun sıcaklık ayar mekanizmaları bozulur, dolayısıyla da çevredeki sıcaklık değişimlerine karşı koyma direnci düşer. Enfeksiyonlarla mücadele kapasitesi azalır ve otoimmun cevaplarda (vücudun kendi hücrelerinin kendisine yabancı görülmesi neticesi gelişen alerjik hastalıklar) artış olur.

Erkeklerde üreme fonksiyonlarında azalmalar görülür. Hemen hemen herkeste gözün mesafe ayarlama (odaklama) kabiliyeti bozulur. Belirli uyarılara karşı fiziki ve zihni cevaplarda yavaşlama görülür. Vücudun salgılama fonksiyonlarında azalmalar olur. Çok geniş nisbette artherıosklerosis (damar sertliği) ortaya çıkar. Atardamar ve eklem bozulmaları görülür. Beyindeki bazı nöronlar (sinir hücreleri) oldukça fazla büyürken, bazılarında bozukluklar meydana gelir.

Yaşlanmanın başlamasının genetik olarak tesbiti bizim irademiz dışı bir hadise olmasına rağmen, yaşlanmanın süratinde ve derecesinde, hadiseye tesir eden faktörlerin bazılarının yönlendirilmesinde, az dahi olsa irademizin rolü vardır. Yani bazı alışkanlıkları irademizle terkederek veya kazanarak, yaşlılık yıllarına daha iyi hazırlanabiliriz. Bunun için yaşlanmanın biyokimyevi ve moleküler mekanizmasının iyi bilinip, müdahale edilebilecek yerlerin tespit edilmesi gerekir.

Yaşlanma hususunda bir hipoteze göre, hücrede bulunan serbest oksijen radikalleri hayati molekülleri tahrib etmektedir. Eşleşmemiş elektron taşıyan bu serbest oksijen radikalleri birçok biyolojik reaksiyonda ortaya çıkarak, DNA, protein ve yağ gibi moleküllerde oksıdasyona (oksidatif bozulma) sebep olurlar, yani tahrib ederler. Bu serbest oksijen radikalleri daha tesirli tahrip gücüne sahip hidrojenperoksit gibi değişik oksidanları da meydana getirebilirler. Vücut hücrelerimizde meydana gelen ve geri dönüşü olmayan bu oksitleyici zarar, neticede yaşlanmaya sebep olur. Yaşlanma mekanizmasındaki tesirli diğer bir faktör de glikoz kullanım metabolizmasının ayarının bozulmasıdır. Glikoz yavaş bir şekilde kollogen gibi proteinlerin yapısını değiştirir. Deri ve bağ dokusunda bol bulunan kollogen liflerin düzeni ve yapısı, çapraz bağlar yaparak değişir ve birbirleri üzerinde kilitlenmelere sebep olur. Proteinlerin bu şekilde glikolizasyonu, bağ dokularının ve kalb kasının katılaşmasında rol oynar (derinin buruşması gibi). Tahrip edici oksijen molekülleri ayrıca, damar sertliği, kanser ve eklem hastalıkları gibi neticelerle de kendini gösterir. Bir insan hücresindeki DNA’nın ortalama olarak hergün 10.000 oksitleyici molekülün tesirinde kaldığı kabul edilmektedir. Hücrenin enerji merkezi olan mitokondri içinde bulunan, bu organele has özel DNA’nın ise tamir edilemez şekilde zarara uğradığı gösterilmiştir. Böylece mitokondrilerin enerji üretme kapasitelerinde yaşlanmayla birlikte bir azalma göze çarpmaktadır. Aslında bu serbest radikallerin ana kaynağı da mitokondridir. Yapılan tecrübelerde mitokondri DNA’sındaki oksidasyon nisbetinin hücre çekirdeğindeki DNA’nın maruz kaldığından daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Mitokondrilerin enerji üretimindeki bu azalmayı, zamanla dokuların ve organların yıpranması takip eder. Nitekim 1990 yılında yaşlı insanların beyin ve kalb hücrelerinin mitokondrilerine ait DNA’larında, ceninlerde (doğmamış yavru) bulunmayan bazı kusurlar tespit edilmiştir.

Yaşlanmayı başlatan ve ilerleterek ölüme yaklaştıran genetik ve biyokimyevi faktörlerin yıkıcı tesirlerine karşılık, yine aynı hücrelerin içinde bulunan diğer bazı faktörler, hücrede meydana gelen hasarları tamir etmek üzere programlanmıştır.

Hücrelerimize yerleştirilmiş tamir mekanizmaları sayesinde yaşlanmayı ortaya çıkarıcı birçok hasar, genişlemeden tamir edilir veya yıkıma sebep olan serbest oksijen radikalleri nötralize edilir. Böylece yaşlılık yavaşlatılarak geciktirilebilir.

En son araştırmalara göre hücrelerde bulunan süperoksit dismutase isimli bir enzim, oksitlenme neticesi ortaya çıkan zararı tamir etmektedir. Nitekim hücrelerinde bu enzimden bulunmayan deney hayvanlarının, diğerlerinden çok hızlı yaşlandığı ve kısa ömürlü olduğu tespit edilmiştir. Diğer bir araştırmada ise, bir solu- can türünde yaşlanma ile alakalı gen tespit edilmiş ve bu gen mutasyona (değişikliğe)
uğratıldığında bu kurtların ömrünün % 70 arttığı görülmüştür. Aynı zamanda, mutasyona uğramış kurtların yüksek seviyede süperoksit dismutase ve catalase gibi tamir edici enzimler taşıdığı tespit edilmiştir.

Bu durumda ilim adamları, canlıda belli bir proteinin, bu tamir edici enzimlerin üretimini engellediğini söylemekte ve eğer bu proteinin sentezine mani olunursa tamir mekanizmalarının aksamadan çalışacağını tahmin etmektedirler.

Yaşlanma hakkında yapılan çalışmalardan elde edilen diğer bir bilgiye göre bazal metabolizma hızı, canlının ömür uzunluğu ile ters orantılıdır. Mesela fareler insanlardan çok daha yüksek bazal metabolizma hızına sahip olduğundan ortalama ömürleri üç-dört yıldır. Bazal metabolizma hızı yüksek olanlarda, yıpratıcı oksidant moleküller çok daha fazla çıktığından hücrelerin yaşlanması da çok hızlı olmaktadır. Nitekim uzun ömürlü canlıların ve yavaş yaşlanan insanların dokularının genel olarak daha fazla süperoksit dismutase enzimi ürettikleri ve oksidasyona daha dirençli oldukları bulunmuştur.

Ancak, oksidasyonun tahribine karşı koruyucu olan süperoksit dismutase enzimi de sürekli olarak yapılamaz ve belirli bir dönem sonra bu koruma sistemi de iş yapamaz hale gelir ve yine yaşlanma başlar. Bütün mesele, koruyucu tamir sisteminin ne kadar uzun süre iş görebileceğinde gizli olduğundan, bu sistemi 30 yaşlarında iş görmez hale gelen insan yaşlanırken 50 yaşında koruma sistemi sağlam olan birisi de emsallerinden çok daha zinde ve genç kalabilir.

Bu durumda vücudun bu yıpranma ve tamir dengesini nasıl ideale en yakın tutabiliriz? Bu hususta tavsiye edilen düsturların en önemlileri maddi (az yemek, hareket, bazı gıdaların tercihi gibi) olmaktan çok ruhi itminan ve insanın yaşadığı çevrenin durumuna ait olanlardır. Bilhassa Amerika’da son 20 yıldır, huzur evleri, yalnız yaşayanlar, dullar, emekliler, aile hayatı sürenler, vs. gibi çok çeşitli gruplar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki; huzurlu aile hayatı sürenler ve çocuklarıyla birlikte yaşayanlar, emekli olduktan sonra bile faaliyetlerini kesmeden günlük işlerini sürdürenler, devamlı olarak gençlerle birlikte sevgi ve hürmetin hâkim olduğu bir atmosferde yaşayanlar çok yavaş yaşlanmakta, immun sistemleri sağlıklı olarak vazife yaptığından dolayı hastalıklara karşı dirençli olmakta ve emsallerinden çok daha zinde bir ihtiyarlık sürmektedirler.

Aksine, çocuklarından ayrı yaşayan, huzur evine atılmış veya eşini kaybetmiş olup yalnız yaşayanlar, emekli olup kendini kenara çekmiş ve devamlı ihtiyarların arasında hareketsiz, donuk bir hayat sürenler ise, çok süratli yaşlanmakta, hastalıklara karşı çok dirençsiz olmakta ve çabuk ölmektedirler.

Kendi işini kendi görüp, bakımını başkalarının üzerine yıkmamış, kontrolü elinde tutan ve çeşitli hayır cemiyetlerinde faal üye olarak bir ideal uğruna koşturanların, gençliğinden itibaren belirli hareketleri düzenli olarak hergün belirli vakitlerde aksatmadan yapanların, sigara, içki, kumar gibi kötülüklere bulaşmadan az fakat düzenli beslenenlerin ve evinde aile içi geçimsizliğine maruz kalmayan talihlilerin; dolayısıyla ruhi bakımdan çok dengeli insanların bedenlerindeki yıkıcı moleküllerin de tamir mekanizmalarıyla çok iyi dengelendiği ve yaşlanmalarının oldukça yavaşladığı bilinen gözlemlerdir. Ancak bütün bunlara rağmen, bilinmeyen bir sebepten aniden çıkabilecek bir hastalığın yapacağı tahribatı, normal yaşlanmanın dışında değerlendirmek gerekir ve bu hususta kimsenin de garantisi yoktur. Zaten ilim adamlarının pek çoğu da, yaşlılığın durdurulamayacağını belirterek, yapılan çalışmalardaki esas hedefin; sıkıntısız yaşlılık geçirerek, hastanelerde sürünmeden, acı çekmeden bu dünyadan ayrılmayı kolaylaştırmak olduğunu ve bunun içinde bazı düsturları tespit etmek gerektiğini söylemektedirler.

Prof.Dr. Arif SARSILMAZ

ads

FacebookTwitterPinterestTumblrYazdır
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

2 yorum:

Lütfen konuyla alakasız yorumlardan kaçının. Sadece link almak amaçlı ( spam ) yorumlar yazmayınız. ( anında silinir ). Argo, küfür, siyasi vb. içerik barındıran yorumlar yazmayınız.

Not: Yorum yapabilmek için (yorumlama biçiminden) Anonim ( isimsiz olarak ) veya Adı/URL'yi ( Adı ( gerekli ) / URL ( kısmını boş bırakınız ), fonksiyonlarından seçim yaparak yorumlarınızı yazabilirsiniz.

Ancak Google + profili ile yapılan yorumları onaylamıyorum bilginize. Yorum yaparken Adı/URL kısmından yaparsanız sadece isim yazmanız yeterli. Site adresi, URL eklerseniz yorumunuz onaylanmaz.